24- Dini; “Kabuk ve
Öz” Ya da; “Asıl ve Füru” Diye Taksim etmek
İmam Berbehari şöyle der: “İşlerin sonradan uydurulan
küçüklerinden sakının! Çünkü bid’atlerin küçükleri gün gelir büyük olur. Bu
ümmette ihdas edilen her bid’at böyledir. Başlangıcı küçük olup hakka benzerdi.
Ona giren bu şekilde aldanır, sonra da ondan çıkmaya güç yetiremez. Böylelikle
o küçük bid’at büyür, kendisine boyun eğilen bir din haline dönüşür. Böylece
doğru yola muhalefet eder ve İslam’dan çıkar.
Allah sana rahmet etsin, özellikle kendi zamanının ehlinden
sözünü işittiği her bir kişiye bak! O konuda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
ashabından ya da (selef) âlimlerinden birisi konuşmuş mu? Sorup araştırana
kadar onun hakkında aceleci ve şüpheci davranma. Eğer o konuda onlardan bir
eser (rivayet) bulursan derhal ona temessük et ve ona hiçbir şeyi tercih etme.
Yoksa ateşe düşersin.
Bil ki, yoldan çıkmak iki şekilde olur: birincisi
hayırdan başka bir şey istemediği halde hata yapıp yoldan çıkan bir adamın
misalidir. Onun hatasına uyulmaz. Çünkü ona hatasında uyan helak olur.
İkincisi ise hakka karşı çıkıp direnen, kendisinden
önceki muttakilere muhalefet eden bir adamın misalidir. O haktan sapan ve
saptırandır! Şeytan bu ümmete karşı isteklidir. Onu bilenin üzerine, insanları
ondan sakındırmak bir haktır. İnsanlara onu durumunu anlatır ki, hiç kimse onu
bidatine düşüp de helak olmasın.
Allah sana rahmet etsin, şunu da bil ki, kulun
İslam’ı; ittiba edip, tasdik edip, teslim olmadıkça tamam olmaz. Her kim
İslam’ın işinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının koruyup
muhafaza etmedikleri bir şeyin kaldığını zannederse onları yalanlamış olur. Bu
da bölücülük ve onlara hakaret olarak yeter. İşte o, bid’atçi, sapan ve
saptıran, İslam’da ondan olmayan bir şeyi ihdas edendir.”1
Berbehari’nin bu sözlerine açıklama olarak Ali
el-Halebi, şöyle demiştir: “İşte bu harika söz bilgisiz davetçilerin(!) ya da
avamın ya da kültürlü(!) bir takım kimselerin tekrar edip durdukları bazı
sözlere karşı konulmaz bir cevaptır. İrtikap etmiş oldukları bir bit’ati ya da
bulaşmış oldukları bir muhdesi inkar eden biri ile karşılaştıkları zaman
onların şöyle dediğini görürsün:
“Bunlar formalitedir”!, “Bunlar küçük şeylerdir”!,
“Bunlar önemsiz, cüzziyattan sayılan şeylerdir”!
Bütün bunlar bu yüce dinin hakikati hakkında anlayış
kıtlığına işaret eden faydasız sözlerdir. Onlar aslında ancak kendisine
insanların aşina olup, alışmış oldukları, dine sonradan yamanan ve dinin
onlardan uzak olduğu bid’atler ve muhdesatta insanların peşi sıra gitmenin ve
onlara dalkavukluk yapmanın esiri olan ihmalkarların ya da avamın duygularını
okşayan yada heveslerini karşılayandan sadır olur.
Sonra derler ki: “Özle ilgilenin” “Büyük işlerle
ilgilenin”
Bir cevap ve açıklama olarak derim ki: Sizler ne tuhaf
insanlarsınız! Kendinizde olan bir bidati engellemeye ya da bir sünneti tatbik
etmeye güç yetiremezsiniz, sonra kalkıp kendinizden başkasından ondan daha
büyük bir şeyi(!) talep edersiniz. Bu şaşılacak, acayip bir şeydir!
Salih Selef’ten sabit olan eserleri düşünen birisi
kabuk ve öz şeklinde yapılan bu batıl ayrımın onların aklının ucundan dahi
geçmediğini açık olarak görür…
Her kim - onların
tabirine göre - teferruatta gevşek davranırsa özde de
ihmalkar davranır. “Kim azda gevşek olursa, bu alışkanlık onu çokta da
gevşekliğe götürür”2
İmam Şatıbi, şöyle demiştir: “Asli konuların yerine
gelmesinde tali konular dikkate alınır. Aksi halde teşri ile istenilen maslahat
kaybolur gider.”3
İmam Buhari, Sahih’inde Allah Teala’nın: “Bilakis şöyle demesi gerekir: Okutmakta ve
öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbaniler olunuz”(Al-i İmran 79)
ayetinin tefsirinde şunu nakletmiştir: “Rabbani: insanları, büyüğünden önce
ilmin küçüğü ile terbiye edendir”4 İşte bu
en mükemmel tanımlardandır.”5
Şeyh Muhammed Şakra, bu önemli meseleyi güçlü
kelimeleriyle tartışarak şöyle der: “İçinde bulunduğumuz bu zamanda insanların
ihdas etmiş oldukları şeylerden birisi de çok geniş, sınırları alabildiğine
kapsamlı, başlangıcı olmayan, sonu bilinmeyen bir sözdür. Acizlik, cehalet ve
hevâ hep beraber onu insanların gözünde süslemiştir. O söz şudur: “Bugün
Müslümanların yapması gereken şey, teferruatla alakalı meseleleri bırakıp öze
önem vermeleridir!...” (Daha sonra müellif bu konunun ayrıntılarıyla ilgili
kuvvetli cevaplar zikretmiştir.)”6
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Usul meseleleri ve füru
meseleleri diye ayrım yapmanın sahabeden, tabiinden ve onlara güzellikle uyan
İslam imamlarından bir aslı yoktur. Bu ancak Mu’tezile ve benzeri bid’at
ehlinden alınmıştır ve bu çelişkili bir ayrımdır.”7
Cehaleti füruda mazur görüp, usul meseleleri olan
itikat konularında mazeret saymayan hariciler ile usulde ihtilafı caiz
görmeyip, füruda ihtilafı caiz gören bid’at ehli bu batıl taksime
dayanmışlardır.
İslam, dinin hem asıllarına hem de fer’lerine davet
eder. Davet açısından asıl ile fer arasında ayrım yoktur. Selefin ve imamların
üzerinde devam ettikleri menhec budur. Ancak son zamanda çıkmış olan ve dinin
hükümlerini hayatlarına geçirmede gevşek davranan bazı bozuk menhec sahipleri,
“önce tevhid” sözünü; iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama vacibini iptal etmek
için slogan edinmişlerdir.
Şeyh Abulaziz el-Abdullatif, akide meselelerinde varid
olmuş olan füru konularına dair risalesinde şöyle der: “Allah Teala’nın dini
usul ve füruyu, itikadları ve amelleri kapsar. Nitekim Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve
batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki,
Allah’a ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etmişlerdir. Mal
sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve
kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir. Zorda, darda ve savaşta sabırlıdırlar,
işte, doğruyu söyleyenler onlardır; takva sahibi olanlar da onlardır.” (Bakara 177)
Yine Amr b. Abese radıyallahu anh, rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ne ile gönderildin?” diye sorunca Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Akrabalık bağlarını korumak, putları
kırmak ve Allah’a hiçbir şeyin ortak koşulmaksızın birlenmesi ile gönderildim.”8
Din ismi; akide ve amelleri kapsadığına göre şeriat
ismi de Allah’ın akide ve amel olarak koyduğu her şeyi düzenler.” Nitekim
Cibril hadisinde “Dininizi öğretmeye
geldi” buyrulmuş bu hadiste iman, islam, ihsan hasletleriyle kıyamet
alametleri zikredilmiştir.
Sünnet alimlerinin çoğu akide kitaplarına birçok füru
meselelerini koymuşlardır. Onların bazı füru meselelerinde keskin duruşları
olmuştur. Hakkında çekişme yapılan bazı konularda İslam için muhalefet farkını
ortaya koymuşlar, insanların sükut ettikleri, doğru hükmü açıklamadıkları
konularda, Allah’ın dini için hırs göstererek yüksek ses çıkarmışlardır. Yine
insanlar arasında münker yayılıp da ona karşı çıkan olmadığı, aralarında bu
münker sıradanlaşıp ülfet eder hale geldikleri, marufu münker, münkeri de maruf
görmeye başladıkları zaman, bu davranışlar onların tabiatleri ve fıkıhlarıdır.
Salih selefin hayatlarında füruya dair meselelerdeki şiddetli
hırsları, kafirlere ve bid’atçilere muhalefeti açıkça sergilemek içindir.
Onlar, ister akide ister füru meseleleri olsun, kafirlerin ve bid’atçilerin
yollarına aykırılığı açıkça ortaya koymaya özen gösteriyorlardı.
İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herhangi bir kimseye salat
edilmesini uygun görmem.” Onun bunu söylemesinin sebebi Şia’nın zuhur edip
başkalarına değil sadece Ali radıyallahu anh’e salat okumalarıdır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fer’i
hükümlere davet ettiği sabit olmuştur. Her kim bunlara davet ederse en güzel
örnek olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olur.
Akide ve amel meseleleri arasında ayrım yapmak,
Müslümanların Nebilerin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ittiba etmekten mahrum kalmalarına
sebep olur.
Kim bir sünnete davet ederse, onunla amel edenlerin
ecri kıyamet gününe kadar kendisine yazılır. Bu ecir, bir sünnetin terk
edildiği bir beldede ihya edilmesi halinde daha da artar.
Nice faziletler ve ecirler vardır ki, dini hükümlere
davet edilmesinden dolayı katlanılan ezalar neticesinde Müslümanların bunlara
uymaları sebebiyle ona ulaşır. Bunun aksini de unutmamak gerekir; sabit bir
şer’i hükmün veya sünnetin terkine, küfür ve bid’at ehline benzemeye sebep olan
kötü bir âdeti başlatmanın veya buna devam etmenin vebali de böyledir.
,
1 Şehu’s-Sunne
(s.23)
2 İbn
Badis, Asar (1/243)
3 el-Muvafakat
(2/61)
4 Sahihu’l-Buhari
(1/160)
5 İlmu
Usuli’l-Bid’a(s.193)
6 Tenviru’l-Efham
(s.36-44)
7 Mecmuu’l-Fetava
(23/346)
8 Sahih. Muslim (832)