"Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bid'attir. Her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir." (muslim 867)

12 Şubat 2019 Salı

24- Dini; “Kabuk ve Öz” Ya da; “Asıl ve Füru” Diye Taksim etmek



24- Dini; “Kabuk ve Öz” Ya da; “Asıl ve Füru” Diye Taksim etmek

İmam Berbehari şöyle der: “İşlerin sonradan uydurulan küçüklerinden sakının! Çünkü bid’atlerin küçükleri gün gelir büyük olur. Bu ümmette ihdas edilen her bid’at böyledir. Başlangıcı küçük olup hakka benzerdi. Ona giren bu şekilde aldanır, sonra da ondan çıkmaya güç yetiremez. Böylelikle o küçük bid’at büyür, kendisine boyun eğilen bir din haline dönüşür. Böylece doğru yola muhalefet eder ve İslam’dan çıkar.

Allah sana rahmet etsin, özellikle kendi zamanının ehlinden sözünü işittiği her bir kişiye bak! O konuda Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından ya da (selef) âlimlerinden birisi konuşmuş mu? Sorup araştırana kadar onun hakkında aceleci ve şüpheci davranma. Eğer o konuda onlardan bir eser (rivayet) bulursan derhal ona temessük et ve ona hiçbir şeyi tercih etme. Yoksa ateşe düşersin.

Bil ki, yoldan çıkmak iki şekilde olur: birincisi hayırdan başka bir şey istemediği halde hata yapıp yoldan çıkan bir adamın misalidir. Onun hatasına uyulmaz. Çünkü ona hatasında uyan helak olur.

İkincisi ise hakka karşı çıkıp direnen, kendisinden önceki muttakilere muhalefet eden bir adamın misalidir. O haktan sapan ve saptırandır! Şeytan bu ümmete karşı isteklidir. Onu bilenin üzerine, insanları ondan sakındırmak bir haktır. İnsanlara onu durumunu anlatır ki, hiç kimse onu bidatine düşüp de helak olmasın.

Allah sana rahmet etsin, şunu da bil ki, kulun İslam’ı; ittiba edip, tasdik edip, teslim olmadıkça tamam olmaz. Her kim İslam’ın işinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının koruyup muhafaza etmedikleri bir şeyin kaldığını zannederse onları yalanlamış olur. Bu da bölücülük ve onlara hakaret olarak yeter. İşte o, bid’atçi, sapan ve saptıran, İslam’da ondan olmayan bir şeyi ihdas edendir.”1

Berbehari’nin bu sözlerine açıklama olarak Ali el-Halebi, şöyle demiştir: “İşte bu harika söz bilgisiz davetçilerin(!) ya da avamın ya da kültürlü(!) bir takım kimselerin tekrar edip durdukları bazı sözlere karşı konulmaz bir cevaptır. İrtikap etmiş oldukları bir bit’ati ya da bulaşmış oldukları bir muhdesi inkar eden biri ile karşılaştıkları zaman onların şöyle dediğini görürsün:

“Bunlar formalitedir”!, “Bunlar küçük şeylerdir”!, “Bunlar önemsiz, cüzziyattan sayılan şeylerdir”!

Bütün bunlar bu yüce dinin hakikati hakkında anlayış kıtlığına işaret eden faydasız sözlerdir. Onlar aslında ancak kendisine insanların aşina olup, alışmış oldukları, dine sonradan yamanan ve dinin onlardan uzak olduğu bid’atler ve muhdesatta insanların peşi sıra gitmenin ve onlara dalkavukluk yapmanın esiri olan ihmalkarların ya da avamın duygularını okşayan yada heveslerini karşılayandan sadır olur.

Sonra derler ki: “Özle ilgilenin” “Büyük işlerle ilgilenin”

Bir cevap ve açıklama olarak derim ki: Sizler ne tuhaf insanlarsınız! Kendinizde olan bir bidati engellemeye ya da bir sünneti tatbik etmeye güç yetiremezsiniz, sonra kalkıp kendinizden başkasından ondan daha büyük bir şeyi(!) talep edersiniz. Bu şaşılacak, acayip bir şeydir!

Salih Selef’ten sabit olan eserleri düşünen birisi kabuk ve öz şeklinde yapılan bu batıl ayrımın onların aklının ucundan dahi geçmediğini açık olarak görür…

Her kim  -  onların  tabirine göre  -  teferruatta gevşek davranırsa özde de ihmalkar davranır. “Kim azda gevşek olursa, bu alışkanlık onu çokta da gevşekliğe götürür”2

İmam Şatıbi, şöyle demiştir: “Asli konuların yerine gelmesinde tali konular dikkate alınır. Aksi halde teşri ile istenilen maslahat kaybolur gider.”3

İmam Buhari, Sahih’inde Allah Teala’nın: “Bilakis şöyle demesi gerekir: Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz kitap uyarınca Rabbaniler olunuz”(Al-i İmran 79) ayetinin tefsirinde şunu nakletmiştir: “Rabbani: insanları, büyüğünden önce ilmin küçüğü ile terbiye edendir”4  İşte bu en mükemmel tanımlardandır.”5

Şeyh Muhammed Şakra, bu önemli meseleyi güçlü kelimeleriyle tartışarak şöyle der: “İçinde bulunduğumuz bu zamanda insanların ihdas etmiş oldukları şeylerden birisi de çok geniş, sınırları alabildiğine kapsamlı, başlangıcı olmayan, sonu bilinmeyen bir sözdür. Acizlik, cehalet ve hevâ hep beraber onu insanların gözünde süslemiştir. O söz şudur: “Bugün Müslümanların yapması gereken şey, teferruatla alakalı meseleleri bırakıp öze önem vermeleridir!...” (Daha sonra müellif bu konunun ayrıntılarıyla ilgili kuvvetli cevaplar zikretmiştir.)”6

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Usul meseleleri ve füru meseleleri diye ayrım yapmanın sahabeden, tabiinden ve onlara güzellikle uyan İslam imamlarından bir aslı yoktur. Bu ancak Mu’tezile ve benzeri bid’at ehlinden alınmıştır ve bu çelişkili bir ayrımdır.”7

Cehaleti füruda mazur görüp, usul meseleleri olan itikat konularında mazeret saymayan hariciler ile usulde ihtilafı caiz görmeyip, füruda ihtilafı caiz gören bid’at ehli bu batıl taksime dayanmışlardır.

İslam, dinin hem asıllarına hem de fer’lerine davet eder. Davet açısından asıl ile fer arasında ayrım yoktur. Selefin ve imamların üzerinde devam ettikleri menhec budur. Ancak son zamanda çıkmış olan ve dinin hükümlerini hayatlarına geçirmede gevşek davranan bazı bozuk menhec sahipleri, “önce tevhid” sözünü; iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama vacibini iptal etmek için slogan edinmişlerdir.

Şeyh Abulaziz el-Abdullatif, akide meselelerinde varid olmuş olan füru konularına dair risalesinde şöyle der: “Allah Teala’nın dini usul ve füruyu, itikadları ve amelleri kapsar. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki, Allah’a ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etmişlerdir. Mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir. Zorda, darda ve savaşta sabırlıdırlar, işte, doğruyu söyleyenler onlardır; takva sahibi olanlar da onlardır.” (Bakara 177)

Yine Amr b. Abese radıyallahu anh, rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Ne ile gönderildin?” diye sorunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Akrabalık bağlarını korumak, putları kırmak ve Allah’a hiçbir şeyin ortak koşulmaksızın birlenmesi ile gönderildim.”8

Din ismi; akide ve amelleri kapsadığına göre şeriat ismi de Allah’ın akide ve amel olarak koyduğu her şeyi düzenler.” Nitekim Cibril hadisinde “Dininizi öğretmeye geldi” buyrulmuş bu hadiste iman, islam, ihsan hasletleriyle kıyamet alametleri zikredilmiştir.

Sünnet alimlerinin çoğu akide kitaplarına birçok füru meselelerini koymuşlardır. Onların bazı füru meselelerinde keskin duruşları olmuştur. Hakkında çekişme yapılan bazı konularda İslam için muhalefet farkını ortaya koymuşlar, insanların sükut ettikleri, doğru hükmü açıklamadıkları konularda, Allah’ın dini için hırs göstererek yüksek ses çıkarmışlardır. Yine insanlar arasında münker yayılıp da ona karşı çıkan olmadığı, aralarında bu münker sıradanlaşıp ülfet eder hale geldikleri, marufu münker, münkeri de maruf görmeye başladıkları zaman, bu davranışlar onların tabiatleri ve fıkıhlarıdır.

Salih selefin hayatlarında füruya dair meselelerdeki şiddetli hırsları, kafirlere ve bid’atçilere muhalefeti açıkça sergilemek içindir. Onlar, ister akide ister füru meseleleri olsun, kafirlerin ve bid’atçilerin yollarına aykırılığı açıkça ortaya koymaya özen gösteriyorlardı.

İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışında herhangi bir kimseye salat edilmesini uygun görmem.” Onun bunu söylemesinin sebebi Şia’nın zuhur edip başkalarına değil sadece Ali radıyallahu anh’e salat okumalarıdır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in fer’i hükümlere davet ettiği sabit olmuştur. Her kim bunlara davet ederse en güzel örnek olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymuş olur.

Akide ve amel meseleleri arasında ayrım yapmak, Müslümanların Nebilerin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in  sünnetine ittiba etmekten mahrum kalmalarına sebep olur.

Kim bir sünnete davet ederse, onunla amel edenlerin ecri kıyamet gününe kadar kendisine yazılır. Bu ecir, bir sünnetin terk edildiği bir beldede ihya edilmesi halinde daha da artar.

Nice faziletler ve ecirler vardır ki, dini hükümlere davet edilmesinden dolayı katlanılan ezalar neticesinde Müslümanların bunlara uymaları sebebiyle ona ulaşır. Bunun aksini de unutmamak gerekir; sabit bir şer’i hükmün veya sünnetin terkine, küfür ve bid’at ehline benzemeye sebep olan kötü bir âdeti başlatmanın veya buna devam etmenin vebali de böyledir.
,

1 Şehu’s-Sunne (s.23)
2 İbn Badis, Asar (1/243)
3 el-Muvafakat (2/61)
4 Sahihu’l-Buhari (1/160)
5 İlmu Usuli’l-Bid’a(s.193)
6 Tenviru’l-Efham (s.36-44)
7 Mecmuu’l-Fetava (23/346)
8 Sahih. Muslim (832)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder