"Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bid'attir. Her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir." (muslim 867)

10 Haziran 2019 Pazartesi

Mukaddime

Mukaddime

Şüphesiz hamd yalnız Allah’adır. O’na hamd eder. O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.

Şahadet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, bir ve tektir. O’nun ortağı yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Rasuludur.

“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” (Al-i İmran; 3/103)

“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir.” (en-Nisa; 4/1),

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur.” (el-Ahzab; 33/70-71)

Bundan sonra;

Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklıkta ateştedir.

Bu risalede ana hatlarıyla geçmiş ümmetlerde ve bu ümmet içerisinde haktan sapmaları temel teşkil eden bazı unsurları zikrettim. Daha geniş bilgiye ulaşmak isteyenler Bizden Olmayanlar adlı çalışmamı tavsiye ederim. Allah Azze ve Celle’den bizleri hakkı hak olarak bilip ona ittiba etmekle, bâtılı bâtıl olarak bilip ondan uzaklaşmakla rızıklandırmasını dilerim.  




Ebû Muâz Seyfullah Erdoğmuş 

43-Bid’atçilerin İyilikleri İle Kötülüklerini Tartmak

43-Bid’atçilerin İyilikleri İle Kötülüklerini Tartmak

Asrımızda ortaya çıkan bid’at kaidelerden birisi, bid’atçilerin iyi taraflarından da bahsetmektedir. Bunun hakikatinde bidat ehlinden sakındırmanın iptali vardır.

Bu metod Kur’an, sünnet ve salih selefin, kendilerinden sakındırılan kimselerin iyiliklerinden bahsetmeme yoluna aykırıdır.

Bid’atçi ve onunla beraber olanlar övüldüğü takdirde onlar buna tutunur ve insanlar arasında yayarak kötülemeyi gizlerler. Bundan sonra da dinin, bid’at ehlinden sakındırılmasına yönelik maksatları ele geçmez. Bilakis bu onlara bir davet ve onları savunmak olur.

Onların kötülüklerinden bahsedilen bir makamda iyiliklerini de zikretmek, dinleyenler üzerinde onları hafife almaya veya onlara meyletmeye sebep olur. Bu durumda onlardan sakındırmanın bir etkisi ve manası kalmaz.

Şeyh Fevzan, muvazene hakkında sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: “Onların güzellikleri zikredildiği zaman bunun anlamı onlara davet etmektir. Onların yalnızca hataları zikredilir.”1

Ehl’i Sünnet imamları akideye dair eserlerinde bid’at ehlinden buğz edip düşmanlık gösterme konusunu zikretmişler, mutlak olarak herhangi bir açıdan onlara sevgi ve yakınlık gösterilmesini zikretmemişlerdir. Nitekim bu hususu şehvetleri sebebiyle isyan ve günah ehli olanlar hakkında zikretmişlerdir.

Bu imamların yaptıkları, iki durum arasında fark olduğunu gösterir. Bunların arasında ayrım yapmayan önceki imamların yolu üzerinde değildir.

İmam İbn Batta rahimehullah, el-İbânetu’l-Kubrâ’da şöyle demiştir: “Dinin hususunda bid’at ehlinden hiç kimseye danışma, yolculuğunda onunla arkadaşlık etme. Mümkünse onunla yakın komşu da olma. Zikrettiğimiz hususlardan bir şeye itikad eden herkese karşı darılıp öfkelenmemiz ve bu kimselere yakınlık gösteren, onları destekleyen, savunan ve arkadaşlık eden herkesi de terk etmemiz sünnettendir. Kişi bunu yaparsa sünneti izhar etmiş olur.”

İmam Ebu Osman es-Sâbûnî rahimehullah, Akidetu’s-Selefi ve Ashabi’l-Hadis kitabında şöyle demiştir: “Bid’at ehlini kahretmek, onları zelil etmek, aşağılamak, onlardan uzaklaşmak, onları uzaklaştırmak, onlarla arkadaşlık edenlerden ve beraber bulunanlardan da uzaklaşmak, böylece onlardan uzaklaşıp terk etmek suretiyle Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmak görüşünde ittifak etmişlerdir.”

Yine şöyle demiştir: “Bid’at ve sapıklık ehlinden uzaklaşırlar, hevâ ve cehalet sahiplerine düşmanlık ederler, dinde ondan olmayan şeyler çıkaran bid’at ehline buğz ederler. Onları sevmez ve onlarla arkadaşlık etmez, onların sözlerini dinlemez ve onlarla oturmazlar.”

İmam Beğavî rahimehullah da Şerhu’s-Sunne’de şöyle demiştir: “Sahabe, tabiun ve onlara tâbî olan sünnet âlimleri, bid’at ehline düşmanlık edip onları terk etmek hususunda söz birliği ( icma ) etmişlerdir.”

“Salih selef bid’at ehlinden sakındırmış ve onlardan sakındırma hususunda mübalağa göstermişlerdir. Onlarla oturmayı, arkadaşlık etmeyi, sözlerini dinlemeyi yasaklamışlar ve onlardan uzaklaşmayı, düşmanlık göstermeyi, onlara buğz etmeyi ve onları terk etmeyi emretmişlerdir.”2

“Bid’at ehlini terk etmek ile kastedilen; onlardan uzaklaşmak, onlara sevgi ve yakınlık göstermeyi, onlara selam vermeyi, ziyaret etmeyi, hasta ziyaretinde bulunmayı ve benzerlerini terk etmektir. Bid’at ehlini terk etmek, Allah Teâlâ’nın şu ayetinden dolayı farzdır:

“Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut da akrabaları bile olsalar, Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini görmezsin.”(Mucadele 22)”3

Bid’at ehli Allah’a ve rasûlüne karşı gelenlerdendir. Onlara sevgi beslenmez ve yakınlık gösterilmez. Bu konuda ümmetin selefi ittifak etmişlerdir. Onların menhecinde gitmek ve onlara muhalefet etmemek farzdır.

Bir kimse şöyle diyebilir: “Bid’atçiye sevgi ve yakınlık gösterilmeyecek ve değer verilip hiçbir açıdan övülmeyecekse, bu onu kâfire benzetmek olmaz mı? Veya o bir kâfir midir ki, ona hiçbir açıdan sevgi ve yakınlık gösterilmiyor?

Cevap: Şüphesiz bid’at ehline buğz etmek ve düşmanlık göstermek, sakındırma ve ta’zir bâbındadır, kâfir ve mürtet sayma bâbından değildir. Mesela ona selam vermemek, arkadaşlık etmemek, onunla oturmamak, hastalığında ziyaret etmemek, öldüğünde cenaze namazını kılmamak gibi hükümleri uygulayan kimse hakkında: “Bid’at sahibini tekfir ediyor” denilebilir mi?

İşte bunun gibi, bid’atçiye hiçbir açıdan sevgi ve yakınlık göstermeyen kimseye de, eğer bid’ati küfre sokan bir bid’at değilse, onu tekfir etmediği söylenir. Bu tavır ancak sakındırma, ta’zir ve dinde nasihat bâbıdadır.

Tekfir edilmeyen bid’at ehli, bu dinin fâsıklarından ise, aynı günahkârlarda olduğu gibi onlarda da övgüyü ve yakınlığı gerektiren haller ile kınanmayı ve düşmanlığı gerektiren haller bir araya gelmiş olabilir. Lakin bid’atçiye övgüde bulunmaktan ve ona yakınlık göstermekten yasaklanması, cezalandırma, Müslümanlara nasihat ve suçluların yoluna tâbî olmaktan sakındırma bâbındadır. Çünkü insanlar günahkârlara aldanmazlar ama bid’at sahibine aldanırlar.

Şeyh Rebi b. Hâdî el-Medhalî’ye şöyle soruldu: “Bid’atçi bir kimseye sevgi göstermeyle buğz etme bir araya gelir mi?”

Şöyle cevap verdi: Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek imanın en sağlam kulplarındandır. Bu sevgiye ihlas sahibi sadık müminler girer. Çünkü sen bu kimseleri Allah Azze ve Celle için seversin. Bu buğzun kapsamına; çeşitli sınıflarıyla münafıklara ve kâfirlere buğz etmek de girer.

Nitekim bid’at ehli de bu kapsamdadır. Çünkü onların, bid’ati Allah’ın kitabına ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefetten payları vardır.

Yine akide ve menhec olarak kâfirlere ve münafıklara uyum göstermek suretiyle yaptıkları muhalefetten dolayı buğzdan nasipleri vardır. Selefin sözlerini ve sünnet kitaplarının genelini iyi düşünecek olursak, böyle bir dağıtımı bulamayız.

Bid’at ehli meselesinde kalbi bir açıdan sevgi göstermeye ve diğer bir açıdan buğz göstermeye dağıtmayı bulamayız. Selef’te bulacağımız şey; bid’at ehline karşı yalnızca buğz etmek ve onları terk etmektir. Hatta imamlardan, sünnet imamlarından biri olan, müceddidlerden sayılan, Şerhu’s-Sunne, tefsir ve daha bir çok faydalı eserlerin sahibi el-Begavi rahimehullah ve Şerhu Akideti’s-Selefi Ashabi’l-Hadis adlı eserin sahibi İmam es-Sâbûnî rahimehullah gibi bir çok kimse, bid’at ehline buğz edilmesi, onların terk edilip alakanın kesilmesi konusunda icma nakletmişlerdir. Bu sahabenin ve onlardan sonrakilerin icma ettikleri bir husustur.

Bir kimsenin sevgi ve buğzu bir araya getirebileceğini, bunları iki kısma ayırıp dağıtabileceğini, işlediği bid’at kadar buğz edip, kalan sünnet kadarıyla sevgi gösterebileceğini zannetmiyorum. Bu imkânsız olanı yüklemek olurdu.

Bu İslam imamlarından bir kimsenin sözü dahi olsa, herkesin sözü alınabilir veya reddedilebilir. Onun sözlerinin durumu aynı sünnet imamlarının sözleri gibidir. Hak olanı kabul eder ve başımız üzerine kaldırırız. Hatalı olan sözler ise reddedilir. Her sözü alınıp, hiçbir sözü reddedilmeyecek olan ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.

Selef, sahabe hata etmesine rağmen, birbirlerine hürmet eder, saygı gösterirlerdi. Lakin onların hatası alınmaz. İsmet (korunmuşluk) ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve nebiler (aleyhimu’s-selâm) için, tebliğ ettikleri konularda söz konusudur. Onlardan başkaları ise hataya düşmekten korunmuş değillerdir. Bu yüzden ne Ömer radıyallahu anh’ın ne Osman radıallahu anh’ın bir şey hakkında şüpheli gelen bir sözünü almadıklarını, reddettiklerini görürsün. Ali, ibn Abbas ve İbn Mes’ud radıyallahu anhum’un şüpheli gelen sözünü reddetmişlerdir.

Onlardan sonraki büyük imamlardan; said b. el-Museyyeb, Malik, el-Evzâî, es-Sevrî, eş-Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve daha başkalarının bazı sözlerini almamışlar, ancak hakka uygun olan, kitap ve sünnete uygun olan sözlerini almışlardır, bununla beraber onlara hürmet etmişler, onlardan razı olmuşlar ve onların hata da eden, isabet de eden miçtehitler olduklarına itikat etmişlerdir. Bu, hakkında içtihadın caiz olduğu, Allah’tan ve rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den bir nas bulunmayan meseleler hakkındadır.
“Kendisinde bulunan sünnet oranında sever, onda bulunan bid’at oranında da buğz ederiz” sözüne gelince, selefte böyle bir söz bulunmaz. Nitekim bazı kitaplarda bu fikrin münakaşasını yaptık ve “muvazene (iyiliklerle kötülükleri tartma)” ehline ve onlara bağlananlara reddiye verdik.

“Bir kimseye onda bulunan sünnet oranında sevgi gösterilir, bidati oranında da buğz edilir” görüşünü Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözüyle gizliyorlar. Bu iddiaları selefin ve onlara uyanların sözleriyle, hatta icmalarıyla reddettik. Allah’tan bizlere sünnet üzerinde sabit kılmasını dileriz.

Lakin buğzun farklı dereceleri vardır. Bir Yahudiye, bir Hristiyana buğzdan daha fazla buğz edilir. Hristiyanlara da, Yahudilere de buğz eder, onları sevmeyiz. Lakin Yahudilerin düşmanlığı daha şiddetlidir. “İman edenlere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlileri olarak Yahudileri ve şirk koşanları bulursun.”(Maide 72)

Hristiyanların Müslümanlara buğzu veya düşmanlığı ise Yahudilerinkinden daha azdır. Bu sabit bir şeydir. Bunu vakıa ve tarih ispatlamıştır. Müslüman, Hristiyanların ülkelerinde yaşamaya güç yetirebilir. Nitekim Müslümanlardan birçok kimsenin Hristiyan ülkelerinde yaşayabildiklerini görürsün. Ama Yahudi ülkelerinde yaşamaya güç yetiremezler. Hatta Yahudiler, kendi ülkeleri bir tarafa, Hirstiyanların ülkelerinde dahi onlara musallat olurlar.

Aynı şekilde bir sünnî de Rafızilerin yanında yaşayamaz. Yahudilerden bile göremeyeceği baskı ve eziyetler görür. Onlarda bulunan küfürlere rağmen Rafızileri nasıl sevebiliriz? Onlar bize Yahudilerin buğzundan bile daha fazla buğz ederlerken onları nasıl sevebiliriz? Sevgiyi bizimle onlar arasında nasıl taksim edebiliriz? Sen selefin hiçbir kitabında bu muvazeneyi göremezsin. Biz birçok fırkaları olan Sufilere ve diğer bid’at ehline, Eş’arilere ve diğerlerine buğz ettiğimizde, Yahudilere ve Hristiyanlara buğz ettiğimiz gibi buğz etmeyiz. Yani sevgi de iman gibi artar ve eksilir. Kullar hakkındaki sevginin farklı dereceleri vardır. Buğz da böyledir. Yahudilere olan buğzum, Hristiyanlara olan buğzum gibi değildir. Bid’at ehline olan buğzum da böyle değildir.

Eğer Yahudi ve Hristiyan kâfirleri, mesela Eş’ari ve Sûfiler gibilerine saldırırsa onları savunuruz. Bu bid’at ehline buğz etmemize rağmen, o düşmanlara karşı bunları müdafaa ederiz. Onların bize karşı buğzu ise daha şiddetlidir. Onlarda böyle bir sevgi dağılımı yoktur. Onların yapması gereken şey bizleri sevmeleri ve üzerinde bulunduğumuz şeye dönüş yapmalarıdır. Lakin ne sevgi ne de insaf gösterirler. Bilakis bazı aşırıları zulüm ve düşmanlık ederek bizi tekfir ederler. Biz ise onları tekfir etmeyiz ve onlara düşmanlığımızı kâfirlere olan düşmanlık derecesine vardırmayız.”4



1 Nasru’l-Aziz (s.8)
2 Tuveycirî, El-Kavlu’l-Beliğ (s.31-33)
3 Lum’atu’l-İtikad (s.110)

4 Rebi b. Hâdî el-Medhalî, Avnu’l-Bârî (2/981)

9 Haziran 2019 Pazar

42-Müslümanların Yöneticilerine Karşı Ayaklanmak

42-Müslümanların Yöneticilerine Karşı Ayaklanmak

Bid’at ehli lanetli esaslarını yöneticilere karşı ayaklanma üzerine dayandırmışlardır. Bu konuda en meşhurları Mutezile ve onların yolunda giden Zeydiler ve ortaya çıkışını bekledikleri Mehdi ile ayaklanacak olan Rafizilerdir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh “Ben Allah rasulünden iki kap dolusu ilim aldım, birini size yaydım, diğerini de açıklasam boynumu vurursunuz” demiştir.”1

Ebu Hureyre radıyallahu anh “ Allah’ım bana sefihlerin idareci olduğu zamanları gösterme” diye dua ederdi. Nitekim hicri 60 senesinde vefat etmiş ve 61 yılında da Huseyn radıyallahu anh’ın Yezid’e karşı ayaklanması ve şehit edilmesi gerçekleşmiştir. Her ne kadar İbn Ömer, Ebu Said radıyallahu anhum gibi sahabeler bu ayaklanmasının doğru olmadığını nasihat etmişlerse de Huseyn radıyallahu anh onları dinlememiştir. Allah rasulü ise Müslümanlar için daha faydalı bir metod uygulayan Hasen radıyallahu anh’ın tavrını övmüştür.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın açıklamadığı kısımda fitneler ve zalim idarecilerin bilgisi vardı. Allah rasulü bunları herkese açıklamamıştı. Zalim idarecileri bilmek ve onları her yerde kötülemek asıl gaye olsaydı Allah rasulü bunları herkese açıklardı. Aynı şekilde Ebu Hureyre radıyallahu anh de bu gayeye uygun hareket etmiş ve toplumun ıslahının idarecilerin ıslahından önce geldiğini bildiğinden böyle hareket etmiştir. 

İdarecilerin ıslahını hedef edinen insanlar ise toplumlarındaki tehlikelere gafil kalmaktadırlar. İdarecileri hedef aldıklarından olsa gerek, idarecilerin otoritesini sarsan yürüyüş ve protestolara sevinirlerken, bu idarecilere ayaklananların başka bir küfür olan demokrasiyi talep ettiklerini görmezden gelmektedirler.

Ehl-i Sünnet, Huseyn radıyallahu anh’ın Yezid’e karşı ayaklanması, Muhammed Nefsu’z-Zekiyye olayı vb. ayaklanmaları tecrübe ettikten sonra yönetime karşı ayaklanmaların faydadan çok zarar getirdiği hususunda ittifak etmişler ve yöneticiye karşı isyan etmeme Ehl’i Sünnet’in bir kaidesi haline gelmiştir.

Yöneticiye ayaklanmanın caiz olması için de bazı şartlar tayin etmişlerdir. Bunların başlıcaları; yöneticinin üzerinde ihtilaf bulunmayan apaçık bir küfürle kafir olması, ona karşı ayaklanacakların yöneticiyle en azından eşit güce sahip olması, bu yöneticinin yerine sâlih bir Müslüman yönetici getirebilecek güce sahip olmaları  -   günümüzdekiler gibi demokrasi küfrünü talep etmeleri değil  -,  ve maslahat mefsedet değerlendirmesi yapılarak bu ayaklanmaların getireceği maslahatın, mefsedetlerinden baskın gelmesi…

Yürüyüş ve ayaklanmaların söz konusu olduğu ülkelerdeki yöneticiler elbette gayri İslami tutumlar içinde bulunan zalim diktatörlerdir. Lakin onlara ayaklananlara baktığımızda hepsi demokrasi istiyorlar! Görünen o ki tuzak kurucu kafirler insanları demokrasiden razı etmek için bir takım çabalar içindeler. Hatta Türkiye’nin de bu oyunlara numune gösterilerek “Ilımlı İslam” modelinde, demokrat Müslüman  (!) prototipi olarak sunulduğuna şahit oluyoruz.

Taguti düzenler altında ezilen Müslümanlar İslam’ın yönetimini arzu ve talep etmekle mükellefler iken, bunun için gerekli adımlar atmadılar. Taguta sövmekle, tekfir etmekle, güçleri yetmeyecek işlerin sloganlarını atmakla yetindiler, güçleri yeten ve emrolundukları ıslah ve eğitim cihadına önem vermediler. Kâfir dünya düzeni de Müslümanlara aba altından sopa göstererek önce baskıcı yüzünü sonra da zehirli havada nefes aldıran demokrat yüzünü gösterdi! Dikkat edin! Bu Müslümanlar için en büyük tehlikedir! Zira demokrasinin imkânları ile Müslümanlar bir rehavete kapılırlarsa bir daha İslami yönetimi benimsemezler, insanları İslam’a davet etmeleri zorlaşır. Çünkü İslam, demokrasi küfrünün serbestlik verdiği hevaya ve şehvetlere uyma türünden bazı olumsuzlukları engelleyecektir. Yahut insanlar tahrif edilmiş bir İslam anlayışını benimsemeye başlayacaklar, hevâlarına uymayan “sahih İslam’ı aşırı ve itici bulacaklardır.

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Cemaatten ayrılamamak, yöneticilerle savaşmamak ve fitnede savaşı terk etmek Ehl’i Sünnet ve’l-Cemaatin esaslarındandır.”2

Yöneticiler konusunda aşırılık eden diğer bir grup da, hadiste tavsiye edilen cemaati, “Hükümet” olarak açıkalarlar!

Şeyhulislam İbn Teymiyye yöneticilere itaatin vacip olmasından bahsettiği yerde şöyle demiştir: “Bilakis onlara Allah’a taat hususunda itaat edilir, Allah’a isyan hususunda itaat edilmez. Çünkü yaratıcıya isyan olan konuda yaratılmışa itaat yoktur. Bu ümmetin önceki ve sonraki hayırlılarının yolu budur. Bu, her mükellefe vaciptir. Bu husus, ilimsizlikten kaynaklanan fasit vera yolunu tutan Haruriler (Hariciler) ve benzerleri ile iyi kimseler olmasalar dahi yöneticilere mutlak olarak itaat edilmesi gerektiği görüşünde olan Mürcie ve benzerlerinin yolu arasında orta yoldur.”3



1 Sahih mevkuf.  Buhari (ilim 42)
2 Mecmuu’l-Fetava (28/128)
3 Mecmuu’l-Fetava (28/508)

       

41- İçtihadî ve İhtilaflı Meselelerde Karşı Çıkılmayacağını İddia Etmek

41- İçtihadî ve İhtilaflı Meselelerde Karşı Çıkılmayacağını İddia Etmek

Ebu Zeyd el-Kayravanî şöyle dedmiştir: “İçtihadı sebebiyle bidate ulaşan kimsenin mazur olamayacağı,     Ehl-i Sünnetin görüşlerindendir. Zira Hariciler de içtihat etmişler ancak mazur görülmemişler, tevilleri sebebiyle Sahabe’den ayrılmışlar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de onları dinden çıkanlar olarak isimlendirmiştir. Hükümler konusunda içtihat edenin ise hata etse de ecir alacağını bildirmiştir.”1

İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “İhtilaf meselelerinde karşı çıkılmayacağını söylemek doğru değildir. Zira karşı çıkış hüküm veya amele yönelik görüşedir. Eğer görüş sünnete veya önceki icmaya aykırı ise karşı çıkılması vaciptir. Böyle değilse zayıflığını açıklamak anlamında karşı çıkılır. İsabetli olan bir tanedir ve o da selef ve fakihlerin genelinin görüşüdür. Şayet bir amel sünnete veya icmaya aykırı ise yine derecesine göre karşı çıkılır… Aynı şekilde hâkimin hükmü sünnete aykırı ise, bazı âlimler tâbi olmuşsa dahi o hüküm geçersizdir. Ama o meselede sünnet veya icma yoksa içtihada müsaittir ve içtihat ederek yahut müçtehidin deliline tabi olarak amel edene karşı çıkılmaz. Bu meseleye bir açıdan kapalılık girmiş ve görüş bildiren, bunun içtihada musait olan ihtilaflı meselelerden olduğuna inanmıştır. Nitekim insanlardan bazı gruplar böyle inanırlar. İmamların üzerinde bulunduğu isabetli görüş ise, karşıtı bulunmayan sahih hadis gibi amel edilmesini gerekli kılan delaleti açık bir delil bulunmadığı zaman meselelerin içtihada müsait olmasıdır. Delillerin birbirine yakın olması veya delillerin gizli kalması söz konusu olduğundan bu durum ortaya çıkabilir.”2

İbn receb rahimehullah şöyle demiştir: “Kendisine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir emri ulaşan herkes, ümmetin büyük çoğunluğunu buna muhalif görse dahi bunu ümmete açıklamalı, nasihat etmeli ve bu emre tâbi olmalarını emretmelidir. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emri daha üstün ve uyulmaya daha layıktır. Bu emre aykırı davranan çoğunluğa uymak ise hatadır.”3



1 El-Cami Fi’s-Sunen ve’l-Adab (s.121)
2 Fetava’l-Kubra’da (6/96)
3 Kitabu Hükmü’l-İnkar  Fi Mesaili’l-Hilaf kitabından naklen (93)