"Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bid'attir. Her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir." (muslim 867)

19 Mart 2019 Salı

31- Bidat-i Hasene İddiası

31- Bidat-i Hasene İddiası

Cabir radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir bid’at’i istisna etmeyerek:

“Her bid’at sapıklıktır”1 buyurmuştur.

Hafız b. Ahmed el-Hakemî rahimehullah, Mearicu’l-Kabul’de (3/1228) Bid’atler babında şöyle demiştir:

“Bil ki bütün bid’atler reddedilmiştir, ondan kabul edileni yoktur. Hepsi de çirkindir, bid’atin güzeli yoktur. Hepsi de sapıklıktır, ondan hidayet olanı yoktur. Hepsi de günahtır, ecir olanı yoktur. Hepsi de batıldır, bid’atle hak olan bir şey yoktur.

Bid’at’in manası: Allah’ın izin vermediği, hakkında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının emri bulunmayan dindir. Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bid’ati: “Hakkında emrimiz bulunmayan her amel” sözüyle tefsir etmiştir.

Yetmiş üç fırka içinde kurtulan fırkayı ise: “Onlar el-cemaattir” sözüyle ve “Onlar benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolda olanlar” diye nitelemiştir.

Bid’atler dini ihlal etmesi bakımından işleyenini küfre sokan ve küfre sokmayan olmak üzere iki kısımdır.

Küfre sokan bid’atin şartları: Üzerinde icma edilmiş, mütevatir, dinde bilinmesi zorunlu olan bir farzı inkâr eden veya farz kılınmamış bir şeyi farz kılan, bir haramı helal sayan veya bir helali haram sayan yahut Allah, rasulü ve kitabın ispat veya nefiy olarak münezzeh oldukları şeye itikad eden kimselerin yaptıklarıdır. Çünkü bu kitabı ve Allah’ın rasulünü kendisiyle gönderdiği şeyleri yalanlamaktır. Mesela Cehmiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin sıfatlarını inkâr etmeleri ve Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söylemeleri böyledir. Allah’ın sıfatlarından herhangi birinin mahlûk olduğunu söylemek, Allah Teâlâ’nın İbrahim aleyhi^s-selâm’ı halîl edindiğini, Musa aleyhi’s-selâm ile konuştuğunu ve daha başkalarını inkâr etmek böyledir. Kaderiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin ilmini, fiillerini, kaza ve kaderini ink’ar etmeleri, Mucessime’nin Allah Teâlâ’yı mahlûkuna benzetmeleri ve bunun gibi hevalar böyledir.

Lakin bunlardan bazısının maksadının dinin kaidelerini yıkmak, Müslümanları şüpheye düşürmek olduğu bilinir. İşte bunların küfrü kesindir. Hatta o dinden uzak ve ona düşman olanlardan biridir. Diğerleri ise meseleler kendilerine karışık gösterilmiş ve aldanmışlardır. İşte bunlara da ancak bağlayıcı bir hüccet ikamesinden sonra küfürlerine hükmedilir.

İkinci kısım bid’atler küfre sokmayanlarıdır. Bu bid’atler kitabı veya Allah’ın rasulleriyle gönderdiklerini yalanlamayı gerektirmeyen bid’atlerdir. Mesela Mervaniyye bid’atleri böyledir. Faziletli sahabelereden bazıları onlara karşı çıkmışlar, bunları kabul etmemişler, onlara bid’atlerinden de el çekip tekfir etmemişlerdir. Mesela bu yöneticiler bazı namazları son vakitlerine kadar geciktirmişler, Cuma hutbesini oturarak vermişler, sahabelerin büyüklerine minberler üzerinde sövmüşler, bunlar gibi şer’î bir itikad olmayan bilakis te’vil ve nefsâni şehvetler ile dünyevî gayeler içeren türden bid’atler işlemişlerdir.

Nitekim İmam Ahmed ve Hasen kaydıyla Tirmizi, Ebu İmran el-Cevnî’den şöyle rivayet etmişlerdir: Enes b. Malik radıyallahu anh’ın şöyle dediğini işittim:

“Bugün, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında üzerinde bulunduğumuz şeylerden bir şey tanımıyorum.” Dedik ki:

 “Peki namaz nerede kalıyor?” Dedi ki:

“Namaz hakkında da öğrendiklerinizi zayi etmediniz mi?”2
Sabit el-Bunanî’den aydınlık bir isnad ile şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle dedi:

“Bugün aranızda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanındaki şeylerden la ilahe illallah sözünü söylemeniz dışında bir şey bilmez oldum.” Dedim ki:

“Ey Ebu Hamza! Peki namaz?” Dedi ki;

“Güneş batarken namaz kılınıyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı böylemiy di?”3

Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan ve Kurban bayramlarında musallaya çıkar, önce namaz kıldırmakla başlar, sonra ayrılır, kalkıp insanlara döner, insanlar saflarında oturuyor oldukları halde onlara vaaz verir, tavsiye ve emirlerde bulunurdu. Hatta askerî birlikler gönderecekse buradan gönderir veya vermek istediği talimatlar varsa verir ve sonra giderdi. Ben Mervan b. el-Hakem’in Medine valisi olduğu günlerde onunla da bir Ramazan veya Kurban bayramı namazı için musallaya çıktım. Zaten onun zamanına kadar insanlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki bu uygulamayı devam ettirmemişlerdi.

Fakat namaz kılacağımız yere vardığımızda ne göreyim; bir minber… Bu minberi Kesîr b. es-sait yapmıştı. Bu şaşkınlığım henüz geçememişti ki Mervân’ın daha bayram namazını kılmadan önce minbere çıkmaya yeltendiğini gördüm. Bunun üzerine hemen elbisesinden tutup onu geri çektim. Fakat o direnip elimden kurtuldu ve çıkıp namaz kılmadan önce hutbe îrad etmeye başladı. Ben de ona:

“Vallahi, siz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki uygulamayı değiştirdiniz!” dedim. Bunun üzerine aramızda şöyle bir konuşma geçti. O:

“Ey Ebû Saîd, senin bildiğin o uygulamanın artık bir geçerliliği kalmadı.” Ebu Said radıyallahu anh:

“Allah’a yemin ederim ki, benim bildiğim bu uygulama hiç bilmediğim şu uygulamanızdan çok daha hayırlıdır.” Mervan dedi ki:

“Fakat halk namazdan sonra oturup bizi beklemiyor ki, dağılıp gidiyorlar. Ben de bu yüzden hutbeyi namazın önüne aldım”4

Muslim’in bir rivayetinde: “Bunu görünce dedim ki:

“Önce namaz ile başlamak nerede kaldı?” şöyle dedi:

“Ey Ebu said! Senin bildiğin şey terk edildi.” Dedim ki:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bildiğim şeyden daha hayırlısını getiremezsiniz.” Bunu üç sefer söyledi ve sonra oradan ayrıldı.”5

Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mace, Ebu Said radıyallahu anh’den şöyle rivayet etmişlerdir:

“Mervan bayram günü minberi çıkardı ve namazdan önce hutbeye başladı. Bir adam kalkıp:

“Ey Mervan! Sünnete muhalefet ettin, minberi çıkarttın. Hâlbuki minber çıkartılmazdı. Namazdan sonra hutbeye başladın. Hâlbuki hutbe ile başlanılmazdı.” Bunun üzerine Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh dedi ki:

“Bu kimdir?” falanın oğlu filandır dediler, Dedi ki:

“Bu üzerine düşeni yaptı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Kim bir münker görür de eliyle değiştirmeye gücü yeterse eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle yapsın. Bu ise imanın en zayıfıdır.”6

Derim ki: hadisin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sözünden merfû olan kısmı Muslim’in Sahihindedir.7 Belki de Mervan’a karşı çıkan bu şahıs, Ebu Said radıyallahu anh’ın eliyle ve diliyle karşı çıkmasından sonra karşı çıkmıştır. Zira Ebu Said radıyallahu anh’ın karşı çıkışı, bu işin ilk defa yapıldığı zaman olmuştu. Allah en iyi bilendir.

Muslim’in Sahih’inde Cabir b. Semura radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem aykta hutbe verir, sonra otururdu. Sonra kalkıp ayakta hutbe verirdi. Kim sana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in oturarak hutbe verdiğini söylerse yalan söylemiştir. Allah’a yemin olsun O’nunla beraber binden fazla namaz kıldım.”8

Ka’b b. Ucra radıyallahu anh mescide girdiğinde Abdurrahman b. Ummi’l-Hakem oturarak hutbe veriyordu. Dedi ki:

“Şu habise bakın, oturarak hutbe veriyor!

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona koştular ve seni ayakta bıraktılar.”(Cum’a 11)9

Yine Muslim’de rivayet edilmiştir: Ammar b. Ruveybe Bişr b. Mervan’ın minber üzerinde ellerini kaldırdığını görünce:

“Allah şu iki eli çirkinleştirsin Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu elini kaldırmaktan ve işaret parmağıyla işaret etmekten fazlasını yapmadığını gördüm.”10

Bid’atler işlendiği konuya göre de taksim edilir:

İbadetler hususunda bid’atler

Ve muamelat hususunda bid’atler.

İbadetler hususundaki bid’atler de yine iki kısımdır:

Birincisi: Allah Teâlâ’nın izin vermediği ve kendisiyle ibadet niyetiyle kulluk edilen şeylerdir. Mesela cahil Sûfî’lerin eğlence aletleriyle, raks ederek, el çırparak ve çeşitli çalgı aletleriyle yaptıkları müzik ile ibadet etmeleri gibi. Onların bu durumları Allah Teâlâ’nın şu ayetlerindekilere benzer:

“Onların Ka’be yanındaki namazları ancak el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir.”(Enfal 35)

İkincisi: aslı meşru olan, lakin yeri dışında kullanılarak yapılan ibadetlerdir. Mesela ihramda başı açmak meşru bir ibadettir. Eğer bu ihram dışında, oruçta, namazda veya başka ibadetlerde, ibadet niyetiyle yapılırsa haram bir bid’at olur. Yine diğer meşru ibadetleri de meşru kılındıkları yerlerden başka yerlerde yapmak da böyledir.

Mesela yasaklanan vakitlerde nafile namaz kılmak, şek gününde ve iki bayram günlerinde oruç tutmak gibi, Sahih’te Enes radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir adamı iki kişi arasında yürürken görünce şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki Allah’ın, elbette bu adamın nefsine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur.”11

Muamelelerdeki bid’ate gelince: Mesela Allah’ın kitabında veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bulunmayan şartlar koşmak böyledir.




1 Sahih. Muslim (867)
2 Sahih. Ahmed (3/100) Tirmizi (2447)
3 Sahih. Ahmed (3/270)
4 Sahih. Buhârî (956) Muslim (889)
5 Sahih. Muslim (889)
6 Sahih. Ahmed (3/10, 20) Ebû Dâvûd (1140, 4320) Tirmizî (217) Nesâî (8/111) İbn Mâce (4013)
7 Sahih. Muslim (49)
8 Sahih. Muslim (862)
9 Sahih. Muslim(864)
10 Sahih. Muslim (874)
11 Sahih. Buhârî (11/585)

12 Mart 2019 Salı

30- Maslahat-ı Mürsele İddiası

30- Maslahat-ı Mürsele İddiası

Maslahat: mana ve vezin olarak “menfaat”tir. Salah/iyilik anlamındadır. Fesadın/mefsedetin zıddıdır.

Kur’an’da maslahat kelimesi hak ile irtibatlı kullanılmıştır.

“Eğer hak, onların heva ve heveslerine tabi olsaydı, gökler, yer ve içindeki herkes, mutlaka boğulurdu. Oysa biz onlara, şan ve şereflerini ihtiva eden Kur’an’ı getirdik; fakat onlar, bundan yüz çevirmektedir.” (Muminun 71) Bu ayette geçen hak; hevanın zıddı olan vahiydir.1

Maslahat kavramı sünnette ise mefsedetin zıddı olarak geçmiştir. Bu ise Kur’an’daki manasından farklı değildir. Maslahat; fayda vermek ve hayırdır.

Usulcülere göre maslahat; hikmet sahibi şeriat koyucunun kulları için, onlara dinlerini, canlarını, akıllarını, nesillerini ve ırzlarını korumak için kastettiği bütün faydalardır.2

Şeraite göre maslahat; ibadet veya adet olarak dinin maksatlarına götüren sebeptir. 3

Dini indiren, kulların maslahatını daha iyi bilir:

“Yaratan hiç bilmez mi? O latifdir, her şeyden hakkıyla haberdar olandır.” (Mülk 14)

Nas ile maslahat arasında bir çelişki düşünülemez. Zira naslar ancak kulların maslahatının gerçekleşmesi için gelmiştir.

İslam dini, ister emrolunan farzlar ve menduplar olsun, ister yasaklar haramlar ve mekruhlar olsun,  kulların dünya ve ahiret maslahatlarının gerçekleşmesi üzerine kuruludur.

İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Dinin temeli hikmet ve kulların dünyevi ve uhrevi maslahatları üzerine kuruludur. İslam dini bütünüyle adalet, bütünüyle rahmet, bütünüyle maslahat ve bütünüyle hikmettir. Dolayısıyla adaletten zulme, rahmetten merhametsizliğe, maslahattan mefsedete ve hikmetten anlamsızlığa sapan hiçbir yorum ve hüküm ne kadar tevil edilirse edilsin İslam dininden olamaz. Çünkü din, Allah’ın kulları arasındaki adaleti, mahlukatı arasındaki merhameti, yeryüzündeki gölgesidir. Kendisinin ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in  doğruluğunu ispatlayan hikmeti, bunun ispatına yeterli ve doğru delildir.”4

Maslahat üç türlüdür:

1-       Dünyevi maslahat

2-       Uhrevi maslahat

3-       Her ikisinin maslahatı

Diğer bir açıdan maslahat şöyle taksim edilmiştir:

1- Zaruri maslahat: Din ve dünya maslahatlarının yerine gelmesi için zorunlu olan işlerdir. Din ve dünya maslahatları: dinin, aklın, canın, neslin ve malın korunmasıdır. Bunlar kaybedildiğinde dünya maslahatları düzgün yürümez. Hatta işler bozulur ve hayat kaybedilir. Ahirette de kurtuluş ve nimetler kaybedilir, apaçık bir ziyana dönülür.

2- Hâciyyat olan masalahat: Kişinin genişlemek veya darlığı kaldırmak için ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Talep olunan şey yerine gelmediğinde zorluk meydana gelir. Pasaport, sağlık karnesi, avlanma izni, helal olan yiyecek içecek, giysi, mesken gibi şeylerden yararlanmak ve benzerleri gibi.

3-Tahsiniyyat olan maslahatzel olan adetleri almak, lekeleyici şeylerden uzaklaşmak, temizlik, zineti kuşanmak, nafile ibadetlerle Allah’a yakınlaşmak, yeme içme ve giyim edepleri, israf etmemek veya yeme, içme ve giyim konularında kısmamak gibi.

Maslahat, dine uygun yada aykırı olması bakımından: meşru maslahat ve gayri meşru maslahat olmak üzere iki türlüdür
.

İtibar açısından maslahat üç kısımdır:

1-       Maslahat-ı mu’tebere: Gözetilmesi için dinde  nas veya icma ile delil gelmiş olan muteber maslahattır. Aklın korunması için içkinin haram kılınması, canın korunması için kasten öldürmede kısas cezasının meşru kılınması, malın korunması için meşru müdafaa ve hırsızın elinin kesilmesi gibi.

2-       Maslahat-ı mulgât: Dinin batıl oluşuna şahitlik ettiği, nas veya icma deliliyle itibar edilemeyecek olan maslahattır. Miras taksiminde erkek ve kız kardeşlerin paylarının eşitlenmesi gibi.

3-       Maslahat-ı mursele: İtibar edilip edilmemesi hakkında nas veya icma bulunmayan ancak dinin menfaati temin ve zararı gidermeye dair genel maksatlarına uygun olan maslahattır.

Dinen muteber olan maslahat: düzgün akılların ve selim fıtratın gereği olup, şeriat sahibinin maksatlarını gerçekleştiricidir.

Şatıbî şöyle demiştir: “Ticaret ve adetlerden bilinir ki; dini ve dünyevi maslahatlar hevaya tabi olarak ve hevesler peşinde giderek elde edilmez. Bunlar bahsedilen maslahatların zıddı olan helake götürür.”5

Meşru ve muteber maslahatın gerçekleşmesi için gereken şartlardan bazıları şunlardır.

1-       Maslahat zanni değil, hakiki olmalıdır,

2-       Maslahat kişisel değil, genel olmalıdır.

3-       Kitap ve sünnete aykırı olmamalıdır.

4-       Daha öncelikli olan veya eşit seviyede olan başka bir maslahatı yok etmemelidir.

Şer’i nas, Müslümanın  hayatında hükmedici merci’dir. Akıl buna tabi olan bir kaynaktır. İslam’ın esaslarından olan; dini merciiyyet ve şer’i nasların yüceltilmesine dayalı olan bu önemli kaideye muhalefet eden kimseler dini nasların değerini alçaltmış ve dine açıkça aykırı düşen hususları bir tarafa atmamış, naslara karşı kötü bir konum almışlar, vehmi/zanni maslahatı nassın önüne geçirmişlerdir.

Âlimler, maslahat olduğu zannedilen şeyin, şer’i delillere aykırı olması halinde maslahata itibar edilmeyeceğinde icma etmişlerdir. İcma, asırlarca; maslahat olduğu zannedilen şeye, şer’i delillere aykırı olduğu zaman itibar edilmeyeceği şeklinde devam etmiştir.6

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. (Onlara) de ki: İkisinde de insanlar için hem büyük günah, hem de faydalar vardır; fakat günahları faydalarından daha büyüktür.”(Bakara 219) İçki ve kumarda maslahat/faydalar bulunduğu sabittir.

Buna rağmen bu ikisi ittifakla haramdır. Zira Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan sakının ki kurtuluşa eresiniz.”(Maide 90)

Şayet naslarla sabit olan hükümlerin maslahata dayandırılarak değiştirilmesinin kapısı açılırsa dinin bütün özelliklerinin yok edilmesine sebep olur. Bu durum dinin delilleri ve hükümleriyle oynamaya imkân verir. Maslahat gerekçesiyle zina, bazı faizli işlemler, sarhoş edici içkiler ve beşeri kanunlar koymak mubah sayılır. Maslahat gerekçesiyle Allah’ın dinine savaş açılır. Allah İslam ümmetini bundan korusun.

3- Nasların zaten maslahatları gözetici olduğunda icma vardır. Naslarla maslahatın çakışmasına yol yoktur.7

4- Alimler ilk asırlardan hicri 8. asra kadar naslara itibar edilip, naslara aykırı olan zanni maslahata itilaf edilmeyeceğinde icma etmişlerdir.8 Et-Tûfî bu icmaya muhalefet etmiş, ondan sonra bazıları onu takip etmişlerdir.

5- Naslar ağır basan maslahatları kapsamaktadır, mutlak olarak maslahatla çakışmasına ihtimal yoktur.9

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Şeriat maslahatları asla ihmal etmemiştir. Bilakis Allah Teala bize dinini kemale erdirmiş ve nimeti tamamlamıştır. Cennete yaklaştıran her şeyi Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bize anlatmış, bizleri gecesiyle gündüzü eşit aydınlıkta olan, sapan mutlaka helak olacağı bir yolda bırakmıştır. Lakin aklın maslahat olduğuna inandığı şey, eğer dinde  varid olmuşsa şu iki durumdan biri söz konusudur: Ya şeriat ona bu kimsenin bilmediği açıdan dalalet etmektedir  veya onun maslahat olduğuna inansa da, onda bir maslahat yoktur. Zira maslahat, tamamen ele geçen veya çoğu ele geçen menfaattir. İnsanların dinde ve dünyada, faydalı olduğunu zannettikleri şeylerin çoğunda zarar daha galiptir.10

Maslahatı mürseleyi bidatten ayırt etmek için şart şudur: maslahatı mürsele, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem zamanında yapılmasını gerektiren bir durum mevcut olmayan veya mevcut olsa da yapılamasına engel olan şeydir. Bidat ise bunun tam aksidir.

Şüphesiz İslam dini, bütün zaman ve mekânlara uygun olan bir dindir. Bu konu bütün Müslümanları ilgilendiren bir konudur. Zira maslahat hususunda insanların farklı görüşleri vardır. Birçok kimse şahsi maslahatları ile dinin maslahatları arasında ayrımı gözetmedikleri için meseleler kendilerine karışık gelmektedir.

Dini tamamen yıkmaya çalışanlar da maslahat olduğunu iddia ettikleri şeylerle hevaya tabi olmayı yasaklayan birçok naslara muhalefet etmişlerdir.

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

“Allah’tan bir hidayet olmaksızın hevasına uyandan daha sapık kim vardır?”(Kasas 50)

“Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız ve hevasına uyan kimseye itaat etme.”(Keyf 28)

Bu menhec, sapık bir menhecdir. Bütün görüşleri dinleyen, sonra bunları karşılaştırarak en güzeline tabi olan iman ehlinin menhecine aykırıdır. Onlar böylece akıl ve iman sahibi olan kimselerdir. Eğer bir konuda özel bir nas yoksa maslahat gerçekleştiği zaman bu gözetilerek amel edilmesi gerekir. Maslahatın zıddı olan mefsedet gerçekleştiği zaman ise onu gidermek ve kapılarını tıkamak gerekir. Salah (iyilik), ıslah (düzeltme), fayda verme ve hayra teşvik eden genel kapsamlı naslar bu konuda bize yeter. Batılılaşma ve laiklik davetçileri ise İslam dininin yüceliğini ve hikmetlerini idrak edemediklerinden, İslam dini ile kulların maslahatları arasında hayalî bir zıtlık üretmeye çalışırlar.

İslam dini, bütün türleriyle maslahatların korunmasını güvence altına almıştır. Bu yüzden bu mihveri seçenler, Müslümanların genelinin ve âlimlerinin boyunlarındaki şuuru hedef almışlar ve İslam’ın aleyhinde türlü fikrî harp çeşitleriyle tuzaklar kurmuşlardır.

Maslahat-ı mürsele ile amel etmenin şartları şunlardır:11

Birinci: Maslahat, bir nas veya icma ile çakışmamalıdır.

İkincisi: Maslahat, dinî maksatların korunmasına yönelik olmalıdır.

Üçüncüsü: Maslahat, farzların farzlığı, haram kılınanların haramlığı, had cezaları ve dinî miktarlar gibi değişmez hükümler hakkında olmamalıdır. Hakkında nas bulunan, üzerinde icma edilen ve içtihadın müdahale edemeyeceği hükümlerde bu kapsamdadır.

Dördüncüsü: Maslahat, kendisinden daha üstün veya eşit seviyede olan bir maslahata aykırı olmamalıdır ki, bununla amel etmek, ağır basan bir kötülüğe veya eşit seviyedeki bir kötülüğe sebep olmasın.

Bu konuyla ilgili olarak daha geniş bilgi isteyenler “Maslahat ve Nas” adlı çalışmama müracaat edebilirler.




1 Maverdî Tefsiri (4/62)
2 Abdulkerim b. Ali b. Muhammed en-Nemle, El-Muhezzeb Fi İlmi Usûli Fıkhi’l-Mukarin (271003) Ahmed er-Risûnî, Nazariyetu’l-Mekasıd İnde’l-İman eş-Şâtıbî (1/233) Muhammed Tahir Hakîm, Riayetu’l-Maslahat ve’-Hikme (1/199)
3 Prof. Dr. Mustafa Zeyd, el-Maslahat Fi Teşrii’l-İslamî (s.126)
4 İ’lamu’l-Muvakkiin (3/11)
5 El-Muvafakat (2/292)
6 Teysiru İlmi Usuli’l-Fıkh (1/198) Meâlimu Usuli’l-Fıkh İnde Ehli’s-Sunne ve’l-Cemaa (1/235)
7 Tufî, Şerhu Muhtasari’r-Ravda (3/527)
8 Abdulvehhab Hallaf, İlmu Usuli’l-Fıkh (1/8)
9 Abdulvehhab Hallaf, İlmu Usuli’l-Fıkh(1/8)
10 Mecmuu’l-Fetava (11/344)
11 Bkz: Mecmuu’l-Fetava (11/343) İgasetu’l-Lehfan Min Mesayidi’ş-Şeytan (1/330,331) Şankıti, el-Mesalihu’l-Mursele (s.21)

5 Mart 2019 Salı

29- İmamların ve Allah Dostlarının Ma’sûm Oldukları İddiası

29- İmamların ve Allah Dostlarının Ma’sûm Oldukları İddiası

Cabir radıyallahu anh’den: Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh, Kitap ehlinden birinden aldığı aldığı bir kitabı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e getirdi ve şöyle dedi:

“Ey Allah’ın rasulü! Kitap ehlinden birinden güzel bir kitap aldım.” Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem öfkelendi ve şöyle buyurdu:

“Ey Hattab’ın oğlu! O kitaptakiler hoşuna mı gitti? Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben size tamamen halis (karışık ve şüpheli olmayan) bir din getirdim. Onlardan bir şey sormayın. Size doğru bir şey anlatırlar da yalanlayabilirsiniz. Yahut batıl bir şey anlatırlar da doğrulayabilirsiniz. Nefsim elinde olana yemin ederim ki şayet Musa (aleyhi’s-selam) hayatta olsaydı benden başkasına tabi olma hakkı yoktu.”1

Meymun b. Mihran rahimehullah’tan: “Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’e bir adam geldi ve:

“Ey Müminlerin emiri! Biz Medain’i feth ettiğimiz zaman içinde güzel sözler bulunan kitaplar ele geçirdik” dedi. Ömer radıyallahu anh:

“Allah’ın kitabından mı? dedi. Adam:

“Hayır” dedi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh kamçı getirtti ve vurmaya başladı. Şu ayetleri okuyordu: “Elif Lam. Ra. Bunlar, apaçık Kitab’ın ayetleridir. Biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Biz  bu Kur’an’ı sana vahyetmekle, kıssaların en güzelini anlatmış oluyoruz; halbuki sen, önceden, bunlardan tamamıyla habersizdin.”(Ysuf 1-3) Sonra şöyle dedi:

“Sizden öncekiler ancak alimlerinin ve zahitlerinin kitaplarına yönelip Tevrat ve İncil’i terk etmeleri sebebiyle helak oldular. Öyle ki Tevrat ve İncil’de bulunan ilim gitti.”2

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

“Onlar, Allah’ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem’in oğlu Mesih’i kendilerine Rab edinmişler. Halbuki onlar da tek bir ilaha ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmamışlardı. Zira O’ndan başka ilah yoktur. O, onların şirk koştuklarından münezzehtir”(Tevbe 31)

Taberi3 şöyle demiştir: “Ayette zikredilen hahamlar’dan maksat, Yahudilerin din alimleridir. Rahiplerden maksat ise, Hıristiyanların manastırlara çekilen ve ibadette çok çaba sarf eden abidleridir. Allah Teala bu ayette Yahudi ve Hıristiyanların din adamlarını rabler edindiklerini zikretmiştir. Bu ifadeden maksat onların din adamlarını ilah edinerek onlara tapmaları değildir. Bundan maksat, Allah’ın emir ve yasaklarını  bırakıp din adamlarının koydukları emir ve yasaklara uymalarıdır.

“Erbaben min dunillah”: yani Allah’ın dışında, Allah’a isyan ederek kendilerine itaat ettikleri efendiler edindiler. Allah’ın haram kıldığı şeyleri onlar kendilerine helal sayınca, onu helal, Allah’ın helal kıldıklarını haram sayınca da onu haram kabul ettiler.”

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilen şu hadis ve birçok tabiinden rivayet edilen şu görüşler, din adamlarını rabler edinmelerinden maksadın, onların emir ve yasaklarına uymak olduğunu göstermektedir:

Adiy b. Hatim diyor ki: “Ben, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gittim. Boynumda altından bir haç bulunuyordu. Bana dedi ki:

“Ey Adiy! Boynundan şu putu çıkarıp at.” Bunun üzerine onu attım. Ona gittiğimde, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Tevbe suresinin

“Onlar, hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa Mesihi, Allah’tan başka rabler edindiler” ayetini okuyordu. Dedim ki:

“Ey Allah’ın rasulü biz onlara ibadet etmiyorduk ki!” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de buyurdu ki:

“Onlar Allah’ın helal kıldığı şeyleri haram kıldığında haram saymıyor muydunuz? Allah’ın haram kıldıklarını helal saydıklarında da helal kabul etmiyor muydunuz?” Ben:

“Evet” dedim. Buyurdu ki: “İşte onların ibadeti budur!”4

Huzeyfet’ul-Yemani: “Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah’ı bırakıp da hahamlarını ve rahiplerini rabler edindiler.” Buyruluyor. Bunlar, haham ve rahiplere ibadet mi ediyorlardı?” diye sorulunca o şu cevabı vermiştir:

“Hayır, onlar, bunlara oruç tutup namaz kılarak ibadet etmiyorlardı. Fakat onlara, kendilerine bir şeyi helal yapınca onlar onu helal görüyorlar bir şeyi haram yapınca da onu haram sayıyorlardı. İşte onların rab edinmeleri budur.”5

Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma da demiştir ki: “Hahamlar ve rahipler, Yahudi ve Hıristiyanlara, kendilerine secde etmelerini emretmemişlerdir. Fakat onlar, Allah’ın emirlerine aykırı emirler vermişler, onlar da bu emirlere itaat etmişlerdir. Bu sebeple Allah hahamları ve rahipleri: “Rabler” diye isimlendirmiştir.”6

Rebi’ b. Enes diyor ki: “Ben, Ebu’l-Aliye’den: “Yahudiler ve Hıristiyanlar, hahamlarını ve rahiplerinin rabler edindiler” ayetinin manası sordum ve dedim ki:

“İsrailoğullarında bu rab edinme olayı nasıldı? O dedi ki:

“Hahamlar bize ne emrettiyse ona uyarız, neyi de yasakladılarsa, sözlerini dinleriz dediler. Halbuki bunların emrettikleri ve yasakladıkları şeylerin hükmü, Allah’ın kitabında mevcuttu. İnsanlar din adamlarının telkinlerini nasihat kabul edip aldılar ve Allah’ın kitabını arkalarına attılar. Böylece Allah’ı bırakıp din adamlarını rabler edinmiş oldular.”7

Fethu’l-Beyan’da Sıdık Hasen Han şöyle demiştir:

“Bu ayette kalbi veya kulak vermesi olup şahit olan kimse için Allah’ın dininde taklid etmekten sakındırma ve Aziz Kitap ve tertemiz sünnete uygun olarak selefin söylediklerini takip etmeye yönlendirme vardır. Kur’an ve sünnet naslarında gelenlere, Allah’ın ikame olunmuş hüccetlere aykırı olmasına rağmen bu ümmetin alimlerinin görüşlerine uyarak ve onların sünnetlerini sünnet edinerek mezhebe tabi olmak, Yahudi ve Hıristiyanların alimlerini ve abidlerini Allah’tan başka rabler edinmeleri gibidir. Onların bunlara ibadet etmedikleri kesin olarak bildirilmiştir. Bilakis onlar, alimlerinin ve abidlerinin haram kıldıklarını haram sayıyor, helal kıldıklarını helal sayıyorlardı. İşte bu ümmetteki taklitçilerin yaptıkları da budur. Yumurtanın diğer yumurtaya, hurmanın hurmaya ve suyun suya benzediği gibi Yahudi ve Hıristiyanlara benzemiştir.

Ey Allah’ın kulları! Size ne oluyor da Kitap ve sünneti bir kenara bırakıyorsunuz? Kitap ve sünnetin gösterdikleriyle amel ederek Allah’a kulluk etmelerinin kendilerinden talep edilmesi konusunda sizinle aynı durumda olan kimselere dayandınız!  Bunların getirdikleri, hakka dayanmayan, dinden kitap ve sünnet nasları tarafından desteklenmeyen görüşleriyle amel ettiniz. En yüksek sesle bağırarak bunu ilan etteniz, ona aykırı olanlardan uzaklaştınız. Onu sağır bir kulak, kılıflı bir kalp, körelmiş zihin ve hastalıklı düşüncelerle ödünç alıyorsunuz.”8

Er-Razi, Tefsir’inde şöyle demiştir: “Muhakkik ve müçtehitlerin sonuncusu şeyhimiz şöyle dedi:

“Fakihleri taklid edenlerden bir topluluğa şahit oldum. Onlara meselelerden birisi hakkında Allah Teala’nın kitabından birçok ayetler okundu. Mezhepleri bu ayetlere aykırı idi. Bu ayetleri kabul etmediler ve onlara hiç bakmadılar. Şaşkın bir halde bakakaldılar.

“Selefimizden gelen buna aykırı görüş  rivayet edilmiş olmasına rağmen bu ayetlerin zahiri ile nasıl amel ederiz?” demek istiyorlardı. Hakkıyla düşünecek olursan, bu bulaşıcı hastalık dünya ehlinden birçok kimsenin damarlarına işlemiştir.”9

Rafızi Şiiler, imamlarının masum olduklarını iddia etmişler, Sufi’lerin aşırıları da velilerin makamının, peygamberlerden üstün olduğunu, çünkü nebilerin Allah’tan vasıtalı olarak aldıklarını, velilerin ise vasıtasız olarak aldıklarını iddia etmişlerdir. Yine bu iddialarına velilerin Rasulullah sallallahu  aleyhi ve sellem ile uyanık iken görüştükleri, dolayısıyla onlar hata ettiklerinde uyarıldıkları için mahfuz oldukları iddiası da eklenmiştir.

Bu iddialara ayrıntılı reddiyeyi Tasavvuıfun Hakikati adlı çalışmamda vermiş bulunuyorum.



1 Hasen. Ahmed (3/387); el-Elbani, İrvau’l-Galil’de (6/34) hasen demiştir.
2 Hasen Mevkuf. İbn Dureys, Fadailu’l-Kur’an (s.76) Ebu Nasr el-Makdisi, el-Hucce (661) İbnu’l-Cevzi, Menakıbu Ömer (s.123)
3 Taberi Tefsiri (14/208-212)
4 Sahih. Taberi (14/210) Tirmizi (3095) Taberani (17/92) Beyhaki (10/116) Ziyau’l-Makdisi el-Munteka (el yazma no:134)
5 Sahih Mevkuf. Taberi (14/211) Beyhaki Şuab (7/45)
6 Hasen Mevkuf. Taberi (14/212)
7 Hasen Maktu. Taberi (14/212)
8 Sıddık Hasen Han el-Kannuci Fethu’l-Beyan (5/286)

9 Fahreddin Razi Mefatihu’l-Gayb (16/31) Tuhfetu’l-Ahvezi (7/418)