31- Bidat-i Hasene
İddiası
Cabir radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir bid’at’i istisna etmeyerek:
“Her bid’at sapıklıktır”1 buyurmuştur.
Hafız b. Ahmed el-Hakemî rahimehullah,
Mearicu’l-Kabul’de (3/1228) Bid’atler babında şöyle demiştir:
“Bil ki bütün bid’atler reddedilmiştir, ondan kabul
edileni yoktur. Hepsi de çirkindir, bid’atin güzeli yoktur. Hepsi de
sapıklıktır, ondan hidayet olanı yoktur. Hepsi de günahtır, ecir olanı yoktur.
Hepsi de batıldır, bid’atle hak olan bir şey yoktur.
Bid’at’in manası: Allah’ın izin vermediği, hakkında
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının emri bulunmayan dindir. Bu
yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bid’ati: “Hakkında emrimiz bulunmayan her amel” sözüyle tefsir etmiştir.
Yetmiş üç fırka içinde kurtulan fırkayı ise: “Onlar el-cemaattir” sözüyle ve “Onlar benim ve ashabımın üzerinde
bulunduğu yolda olanlar” diye nitelemiştir.
Bid’atler dini ihlal etmesi bakımından işleyenini
küfre sokan ve küfre sokmayan olmak üzere iki kısımdır.
Küfre sokan bid’atin şartları: Üzerinde icma edilmiş, mütevatir, dinde bilinmesi
zorunlu olan bir farzı inkâr eden veya farz kılınmamış bir şeyi farz kılan, bir
haramı helal sayan veya bir helali haram sayan yahut Allah, rasulü ve kitabın ispat
veya nefiy olarak münezzeh oldukları şeye itikad eden kimselerin yaptıklarıdır.
Çünkü bu kitabı ve Allah’ın rasulünü kendisiyle gönderdiği şeyleri
yalanlamaktır. Mesela Cehmiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin sıfatlarını inkâr
etmeleri ve Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söylemeleri böyledir. Allah’ın
sıfatlarından herhangi birinin mahlûk olduğunu söylemek, Allah Teâlâ’nın
İbrahim aleyhi^s-selâm’ı halîl edindiğini, Musa aleyhi’s-selâm ile konuştuğunu
ve daha başkalarını inkâr etmek böyledir. Kaderiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin
ilmini, fiillerini, kaza ve kaderini ink’ar etmeleri, Mucessime’nin Allah
Teâlâ’yı mahlûkuna benzetmeleri ve bunun gibi hevalar böyledir.
Lakin bunlardan bazısının maksadının dinin kaidelerini
yıkmak, Müslümanları şüpheye düşürmek olduğu bilinir. İşte bunların küfrü
kesindir. Hatta o dinden uzak ve ona düşman olanlardan biridir. Diğerleri ise
meseleler kendilerine karışık gösterilmiş ve aldanmışlardır. İşte bunlara da
ancak bağlayıcı bir hüccet ikamesinden sonra küfürlerine hükmedilir.
İkinci kısım bid’atler küfre
sokmayanlarıdır. Bu bid’atler kitabı
veya Allah’ın rasulleriyle gönderdiklerini yalanlamayı gerektirmeyen
bid’atlerdir. Mesela Mervaniyye bid’atleri böyledir. Faziletli sahabelereden
bazıları onlara karşı çıkmışlar, bunları kabul etmemişler, onlara
bid’atlerinden de el çekip tekfir etmemişlerdir. Mesela bu yöneticiler bazı
namazları son vakitlerine kadar geciktirmişler, Cuma hutbesini oturarak
vermişler, sahabelerin büyüklerine minberler üzerinde sövmüşler, bunlar gibi
şer’î bir itikad olmayan bilakis te’vil ve nefsâni şehvetler ile dünyevî
gayeler içeren türden bid’atler işlemişlerdir.
Nitekim İmam Ahmed ve Hasen kaydıyla Tirmizi, Ebu
İmran el-Cevnî’den şöyle rivayet etmişlerdir: Enes b. Malik radıyallahu anh’ın
şöyle dediğini işittim:
“Bugün, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
zamanında üzerinde bulunduğumuz şeylerden bir şey tanımıyorum.” Dedik ki:
“Peki namaz
nerede kalıyor?” Dedi ki:
“Namaz hakkında da öğrendiklerinizi zayi etmediniz
mi?”2
Sabit el-Bunanî’den aydınlık bir isnad ile şöyle
dediği rivayet edilmiştir: “Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle dedi:
“Bugün aranızda Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in zamanındaki şeylerden la ilahe illallah sözünü söylemeniz dışında bir
şey bilmez oldum.” Dedim ki:
“Ey Ebu Hamza! Peki namaz?” Dedi ki;
“Güneş batarken namaz kılınıyor. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in namazı böylemiy di?”3
Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde Ebu Said el-Hudrî radıyallahu
anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
Ramazan ve Kurban bayramlarında musallaya çıkar, önce namaz kıldırmakla başlar,
sonra ayrılır, kalkıp insanlara döner, insanlar saflarında oturuyor oldukları
halde onlara vaaz verir, tavsiye ve emirlerde bulunurdu. Hatta askerî birlikler
gönderecekse buradan gönderir veya vermek istediği talimatlar varsa verir ve
sonra giderdi. Ben Mervan b. el-Hakem’in Medine valisi olduğu günlerde onunla
da bir Ramazan veya Kurban bayramı namazı için musallaya çıktım. Zaten onun
zamanına kadar insanlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki bu
uygulamayı devam ettirmemişlerdi.
Fakat namaz kılacağımız yere vardığımızda ne göreyim;
bir minber… Bu minberi Kesîr b. es-sait yapmıştı. Bu şaşkınlığım henüz
geçememişti ki Mervân’ın daha bayram namazını kılmadan önce minbere çıkmaya
yeltendiğini gördüm. Bunun üzerine hemen elbisesinden tutup onu geri çektim.
Fakat o direnip elimden kurtuldu ve çıkıp namaz kılmadan önce hutbe îrad etmeye
başladı. Ben de ona:
“Vallahi, siz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
zamanındaki uygulamayı değiştirdiniz!” dedim. Bunun üzerine aramızda şöyle bir
konuşma geçti. O:
“Ey Ebû Saîd, senin bildiğin o uygulamanın artık bir
geçerliliği kalmadı.” Ebu Said radıyallahu anh:
“Allah’a yemin ederim ki, benim bildiğim bu uygulama
hiç bilmediğim şu uygulamanızdan çok daha hayırlıdır.” Mervan dedi ki:
“Fakat halk namazdan sonra oturup bizi beklemiyor ki,
dağılıp gidiyorlar. Ben de bu yüzden hutbeyi namazın önüne aldım”4
Muslim’in bir rivayetinde: “Bunu görünce dedim ki:
“Önce namaz ile başlamak nerede kaldı?” şöyle dedi:
“Ey Ebu said! Senin bildiğin şey terk edildi.” Dedim
ki:
“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bildiğim şeyden
daha hayırlısını getiremezsiniz.” Bunu üç sefer söyledi ve sonra oradan ayrıldı.”5
Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mace, Ebu Said radıyallahu
anh’den şöyle rivayet etmişlerdir:
“Mervan bayram günü minberi çıkardı ve namazdan önce
hutbeye başladı. Bir adam kalkıp:
“Ey Mervan! Sünnete muhalefet ettin, minberi
çıkarttın. Hâlbuki minber çıkartılmazdı. Namazdan sonra hutbeye başladın.
Hâlbuki hutbe ile başlanılmazdı.” Bunun üzerine Ebu Said el-Hudrî radıyallahu
anh dedi ki:
“Bu kimdir?” falanın oğlu filandır dediler, Dedi ki:
“Bu üzerine düşeni yaptı. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Kim bir münker görür de eliyle
değiştirmeye gücü yeterse eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, buna
da gücü yetmezse kalbiyle yapsın. Bu ise imanın en zayıfıdır.”6
Derim ki: hadisin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
sözünden merfû olan kısmı Muslim’in Sahihindedir.7 Belki de Mervan’a karşı çıkan bu
şahıs, Ebu Said radıyallahu anh’ın eliyle ve diliyle karşı çıkmasından sonra
karşı çıkmıştır. Zira Ebu Said radıyallahu anh’ın karşı çıkışı, bu işin ilk
defa yapıldığı zaman olmuştu. Allah en iyi bilendir.
Muslim’in Sahih’inde Cabir b. Semura radıyallahu
anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem aykta hutbe verir, sonra
otururdu. Sonra kalkıp ayakta hutbe verirdi. Kim sana Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in oturarak hutbe verdiğini söylerse yalan söylemiştir.
Allah’a yemin olsun O’nunla beraber binden fazla namaz kıldım.”8
Ka’b b. Ucra radıyallahu anh mescide girdiğinde
Abdurrahman b. Ummi’l-Hakem oturarak hutbe veriyordu. Dedi ki:
“Şu habise bakın, oturarak hutbe veriyor!
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde
ona koştular ve seni ayakta bıraktılar.”(Cum’a
11)9
Yine Muslim’de rivayet edilmiştir: Ammar b. Ruveybe
Bişr b. Mervan’ın minber üzerinde ellerini kaldırdığını görünce:
“Allah şu iki eli çirkinleştirsin Ben Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in şu elini kaldırmaktan ve işaret parmağıyla
işaret etmekten fazlasını yapmadığını gördüm.”10
Bid’atler işlendiği konuya göre de taksim edilir:
İbadetler hususunda bid’atler
Ve muamelat hususunda bid’atler.
İbadetler hususundaki bid’atler de yine iki kısımdır:
Birincisi: Allah Teâlâ’nın izin vermediği ve kendisiyle ibadet
niyetiyle kulluk edilen şeylerdir. Mesela cahil Sûfî’lerin eğlence aletleriyle,
raks ederek, el çırparak ve çeşitli çalgı aletleriyle yaptıkları müzik ile
ibadet etmeleri gibi. Onların bu durumları Allah Teâlâ’nın şu ayetlerindekilere
benzer:
“Onların Ka’be yanındaki namazları ancak
el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir.”(Enfal 35)
İkincisi: aslı meşru olan, lakin yeri dışında kullanılarak
yapılan ibadetlerdir. Mesela ihramda başı açmak meşru bir ibadettir. Eğer bu
ihram dışında, oruçta, namazda veya başka ibadetlerde, ibadet niyetiyle
yapılırsa haram bir bid’at olur. Yine diğer meşru ibadetleri de meşru
kılındıkları yerlerden başka yerlerde yapmak da böyledir.
Mesela yasaklanan vakitlerde nafile namaz kılmak, şek
gününde ve iki bayram günlerinde oruç tutmak gibi, Sahih’te Enes radıyallahu
anh’den rivayet edilmiştir: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir adamı iki kişi
arasında yürürken görünce şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah’ın, elbette bu adamın
nefsine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur.”11
Muamelelerdeki bid’ate gelince: Mesela Allah’ın
kitabında veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bulunmayan
şartlar koşmak böyledir.
1 Sahih. Muslim (867)
2 Sahih. Ahmed (3/100) Tirmizi (2447)
3 Sahih. Ahmed (3/270)
4 Sahih. Buhârî (956) Muslim (889)
5 Sahih. Muslim (889)
6 Sahih. Ahmed (3/10, 20) Ebû Dâvûd (1140, 4320) Tirmizî (217) Nesâî (8/111) İbn
Mâce (4013)
7 Sahih. Muslim (49)
8 Sahih. Muslim (862)
9 Sahih. Muslim(864)
10 Sahih. Muslim (874)
11 Sahih. Buhârî (11/585)