"Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed'in sallallahu aleyhi ve sellem yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bid'attir. Her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir." (muslim 867)

10 Haziran 2019 Pazartesi

Mukaddime

Mukaddime

Şüphesiz hamd yalnız Allah’adır. O’na hamd eder. O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O’nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez.

Şahadet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. O, bir ve tektir. O’nun ortağı yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Rasuludur.

“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” (Al-i İmran; 3/103)

“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadınlar türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir.” (en-Nisa; 4/1),

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah’a ve Rasulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur.” (el-Ahzab; 33/70-71)

Bundan sonra;

Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Her sonradan çıkarılan şey bidattir ve her bidat sapıklıktır. Her sapıklıkta ateştedir.

Bu risalede ana hatlarıyla geçmiş ümmetlerde ve bu ümmet içerisinde haktan sapmaları temel teşkil eden bazı unsurları zikrettim. Daha geniş bilgiye ulaşmak isteyenler Bizden Olmayanlar adlı çalışmamı tavsiye ederim. Allah Azze ve Celle’den bizleri hakkı hak olarak bilip ona ittiba etmekle, bâtılı bâtıl olarak bilip ondan uzaklaşmakla rızıklandırmasını dilerim.  




Ebû Muâz Seyfullah Erdoğmuş 

43-Bid’atçilerin İyilikleri İle Kötülüklerini Tartmak

43-Bid’atçilerin İyilikleri İle Kötülüklerini Tartmak

Asrımızda ortaya çıkan bid’at kaidelerden birisi, bid’atçilerin iyi taraflarından da bahsetmektedir. Bunun hakikatinde bidat ehlinden sakındırmanın iptali vardır.

Bu metod Kur’an, sünnet ve salih selefin, kendilerinden sakındırılan kimselerin iyiliklerinden bahsetmeme yoluna aykırıdır.

Bid’atçi ve onunla beraber olanlar övüldüğü takdirde onlar buna tutunur ve insanlar arasında yayarak kötülemeyi gizlerler. Bundan sonra da dinin, bid’at ehlinden sakındırılmasına yönelik maksatları ele geçmez. Bilakis bu onlara bir davet ve onları savunmak olur.

Onların kötülüklerinden bahsedilen bir makamda iyiliklerini de zikretmek, dinleyenler üzerinde onları hafife almaya veya onlara meyletmeye sebep olur. Bu durumda onlardan sakındırmanın bir etkisi ve manası kalmaz.

Şeyh Fevzan, muvazene hakkında sorulduğu zaman şöyle cevap vermiştir: “Onların güzellikleri zikredildiği zaman bunun anlamı onlara davet etmektir. Onların yalnızca hataları zikredilir.”1

Ehl’i Sünnet imamları akideye dair eserlerinde bid’at ehlinden buğz edip düşmanlık gösterme konusunu zikretmişler, mutlak olarak herhangi bir açıdan onlara sevgi ve yakınlık gösterilmesini zikretmemişlerdir. Nitekim bu hususu şehvetleri sebebiyle isyan ve günah ehli olanlar hakkında zikretmişlerdir.

Bu imamların yaptıkları, iki durum arasında fark olduğunu gösterir. Bunların arasında ayrım yapmayan önceki imamların yolu üzerinde değildir.

İmam İbn Batta rahimehullah, el-İbânetu’l-Kubrâ’da şöyle demiştir: “Dinin hususunda bid’at ehlinden hiç kimseye danışma, yolculuğunda onunla arkadaşlık etme. Mümkünse onunla yakın komşu da olma. Zikrettiğimiz hususlardan bir şeye itikad eden herkese karşı darılıp öfkelenmemiz ve bu kimselere yakınlık gösteren, onları destekleyen, savunan ve arkadaşlık eden herkesi de terk etmemiz sünnettendir. Kişi bunu yaparsa sünneti izhar etmiş olur.”

İmam Ebu Osman es-Sâbûnî rahimehullah, Akidetu’s-Selefi ve Ashabi’l-Hadis kitabında şöyle demiştir: “Bid’at ehlini kahretmek, onları zelil etmek, aşağılamak, onlardan uzaklaşmak, onları uzaklaştırmak, onlarla arkadaşlık edenlerden ve beraber bulunanlardan da uzaklaşmak, böylece onlardan uzaklaşıp terk etmek suretiyle Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmak görüşünde ittifak etmişlerdir.”

Yine şöyle demiştir: “Bid’at ve sapıklık ehlinden uzaklaşırlar, hevâ ve cehalet sahiplerine düşmanlık ederler, dinde ondan olmayan şeyler çıkaran bid’at ehline buğz ederler. Onları sevmez ve onlarla arkadaşlık etmez, onların sözlerini dinlemez ve onlarla oturmazlar.”

İmam Beğavî rahimehullah da Şerhu’s-Sunne’de şöyle demiştir: “Sahabe, tabiun ve onlara tâbî olan sünnet âlimleri, bid’at ehline düşmanlık edip onları terk etmek hususunda söz birliği ( icma ) etmişlerdir.”

“Salih selef bid’at ehlinden sakındırmış ve onlardan sakındırma hususunda mübalağa göstermişlerdir. Onlarla oturmayı, arkadaşlık etmeyi, sözlerini dinlemeyi yasaklamışlar ve onlardan uzaklaşmayı, düşmanlık göstermeyi, onlara buğz etmeyi ve onları terk etmeyi emretmişlerdir.”2

“Bid’at ehlini terk etmek ile kastedilen; onlardan uzaklaşmak, onlara sevgi ve yakınlık göstermeyi, onlara selam vermeyi, ziyaret etmeyi, hasta ziyaretinde bulunmayı ve benzerlerini terk etmektir. Bid’at ehlini terk etmek, Allah Teâlâ’nın şu ayetinden dolayı farzdır:

“Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut da akrabaları bile olsalar, Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini görmezsin.”(Mucadele 22)”3

Bid’at ehli Allah’a ve rasûlüne karşı gelenlerdendir. Onlara sevgi beslenmez ve yakınlık gösterilmez. Bu konuda ümmetin selefi ittifak etmişlerdir. Onların menhecinde gitmek ve onlara muhalefet etmemek farzdır.

Bir kimse şöyle diyebilir: “Bid’atçiye sevgi ve yakınlık gösterilmeyecek ve değer verilip hiçbir açıdan övülmeyecekse, bu onu kâfire benzetmek olmaz mı? Veya o bir kâfir midir ki, ona hiçbir açıdan sevgi ve yakınlık gösterilmiyor?

Cevap: Şüphesiz bid’at ehline buğz etmek ve düşmanlık göstermek, sakındırma ve ta’zir bâbındadır, kâfir ve mürtet sayma bâbından değildir. Mesela ona selam vermemek, arkadaşlık etmemek, onunla oturmamak, hastalığında ziyaret etmemek, öldüğünde cenaze namazını kılmamak gibi hükümleri uygulayan kimse hakkında: “Bid’at sahibini tekfir ediyor” denilebilir mi?

İşte bunun gibi, bid’atçiye hiçbir açıdan sevgi ve yakınlık göstermeyen kimseye de, eğer bid’ati küfre sokan bir bid’at değilse, onu tekfir etmediği söylenir. Bu tavır ancak sakındırma, ta’zir ve dinde nasihat bâbıdadır.

Tekfir edilmeyen bid’at ehli, bu dinin fâsıklarından ise, aynı günahkârlarda olduğu gibi onlarda da övgüyü ve yakınlığı gerektiren haller ile kınanmayı ve düşmanlığı gerektiren haller bir araya gelmiş olabilir. Lakin bid’atçiye övgüde bulunmaktan ve ona yakınlık göstermekten yasaklanması, cezalandırma, Müslümanlara nasihat ve suçluların yoluna tâbî olmaktan sakındırma bâbındadır. Çünkü insanlar günahkârlara aldanmazlar ama bid’at sahibine aldanırlar.

Şeyh Rebi b. Hâdî el-Medhalî’ye şöyle soruldu: “Bid’atçi bir kimseye sevgi göstermeyle buğz etme bir araya gelir mi?”

Şöyle cevap verdi: Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek imanın en sağlam kulplarındandır. Bu sevgiye ihlas sahibi sadık müminler girer. Çünkü sen bu kimseleri Allah Azze ve Celle için seversin. Bu buğzun kapsamına; çeşitli sınıflarıyla münafıklara ve kâfirlere buğz etmek de girer.

Nitekim bid’at ehli de bu kapsamdadır. Çünkü onların, bid’ati Allah’ın kitabına ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefetten payları vardır.

Yine akide ve menhec olarak kâfirlere ve münafıklara uyum göstermek suretiyle yaptıkları muhalefetten dolayı buğzdan nasipleri vardır. Selefin sözlerini ve sünnet kitaplarının genelini iyi düşünecek olursak, böyle bir dağıtımı bulamayız.

Bid’at ehli meselesinde kalbi bir açıdan sevgi göstermeye ve diğer bir açıdan buğz göstermeye dağıtmayı bulamayız. Selef’te bulacağımız şey; bid’at ehline karşı yalnızca buğz etmek ve onları terk etmektir. Hatta imamlardan, sünnet imamlarından biri olan, müceddidlerden sayılan, Şerhu’s-Sunne, tefsir ve daha bir çok faydalı eserlerin sahibi el-Begavi rahimehullah ve Şerhu Akideti’s-Selefi Ashabi’l-Hadis adlı eserin sahibi İmam es-Sâbûnî rahimehullah gibi bir çok kimse, bid’at ehline buğz edilmesi, onların terk edilip alakanın kesilmesi konusunda icma nakletmişlerdir. Bu sahabenin ve onlardan sonrakilerin icma ettikleri bir husustur.

Bir kimsenin sevgi ve buğzu bir araya getirebileceğini, bunları iki kısma ayırıp dağıtabileceğini, işlediği bid’at kadar buğz edip, kalan sünnet kadarıyla sevgi gösterebileceğini zannetmiyorum. Bu imkânsız olanı yüklemek olurdu.

Bu İslam imamlarından bir kimsenin sözü dahi olsa, herkesin sözü alınabilir veya reddedilebilir. Onun sözlerinin durumu aynı sünnet imamlarının sözleri gibidir. Hak olanı kabul eder ve başımız üzerine kaldırırız. Hatalı olan sözler ise reddedilir. Her sözü alınıp, hiçbir sözü reddedilmeyecek olan ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.

Selef, sahabe hata etmesine rağmen, birbirlerine hürmet eder, saygı gösterirlerdi. Lakin onların hatası alınmaz. İsmet (korunmuşluk) ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve nebiler (aleyhimu’s-selâm) için, tebliğ ettikleri konularda söz konusudur. Onlardan başkaları ise hataya düşmekten korunmuş değillerdir. Bu yüzden ne Ömer radıyallahu anh’ın ne Osman radıallahu anh’ın bir şey hakkında şüpheli gelen bir sözünü almadıklarını, reddettiklerini görürsün. Ali, ibn Abbas ve İbn Mes’ud radıyallahu anhum’un şüpheli gelen sözünü reddetmişlerdir.

Onlardan sonraki büyük imamlardan; said b. el-Museyyeb, Malik, el-Evzâî, es-Sevrî, eş-Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve daha başkalarının bazı sözlerini almamışlar, ancak hakka uygun olan, kitap ve sünnete uygun olan sözlerini almışlardır, bununla beraber onlara hürmet etmişler, onlardan razı olmuşlar ve onların hata da eden, isabet de eden miçtehitler olduklarına itikat etmişlerdir. Bu, hakkında içtihadın caiz olduğu, Allah’tan ve rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den bir nas bulunmayan meseleler hakkındadır.
“Kendisinde bulunan sünnet oranında sever, onda bulunan bid’at oranında da buğz ederiz” sözüne gelince, selefte böyle bir söz bulunmaz. Nitekim bazı kitaplarda bu fikrin münakaşasını yaptık ve “muvazene (iyiliklerle kötülükleri tartma)” ehline ve onlara bağlananlara reddiye verdik.

“Bir kimseye onda bulunan sünnet oranında sevgi gösterilir, bidati oranında da buğz edilir” görüşünü Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın sözüyle gizliyorlar. Bu iddiaları selefin ve onlara uyanların sözleriyle, hatta icmalarıyla reddettik. Allah’tan bizlere sünnet üzerinde sabit kılmasını dileriz.

Lakin buğzun farklı dereceleri vardır. Bir Yahudiye, bir Hristiyana buğzdan daha fazla buğz edilir. Hristiyanlara da, Yahudilere de buğz eder, onları sevmeyiz. Lakin Yahudilerin düşmanlığı daha şiddetlidir. “İman edenlere düşmanlık bakımından insanların en şiddetlileri olarak Yahudileri ve şirk koşanları bulursun.”(Maide 72)

Hristiyanların Müslümanlara buğzu veya düşmanlığı ise Yahudilerinkinden daha azdır. Bu sabit bir şeydir. Bunu vakıa ve tarih ispatlamıştır. Müslüman, Hristiyanların ülkelerinde yaşamaya güç yetirebilir. Nitekim Müslümanlardan birçok kimsenin Hristiyan ülkelerinde yaşayabildiklerini görürsün. Ama Yahudi ülkelerinde yaşamaya güç yetiremezler. Hatta Yahudiler, kendi ülkeleri bir tarafa, Hirstiyanların ülkelerinde dahi onlara musallat olurlar.

Aynı şekilde bir sünnî de Rafızilerin yanında yaşayamaz. Yahudilerden bile göremeyeceği baskı ve eziyetler görür. Onlarda bulunan küfürlere rağmen Rafızileri nasıl sevebiliriz? Onlar bize Yahudilerin buğzundan bile daha fazla buğz ederlerken onları nasıl sevebiliriz? Sevgiyi bizimle onlar arasında nasıl taksim edebiliriz? Sen selefin hiçbir kitabında bu muvazeneyi göremezsin. Biz birçok fırkaları olan Sufilere ve diğer bid’at ehline, Eş’arilere ve diğerlerine buğz ettiğimizde, Yahudilere ve Hristiyanlara buğz ettiğimiz gibi buğz etmeyiz. Yani sevgi de iman gibi artar ve eksilir. Kullar hakkındaki sevginin farklı dereceleri vardır. Buğz da böyledir. Yahudilere olan buğzum, Hristiyanlara olan buğzum gibi değildir. Bid’at ehline olan buğzum da böyle değildir.

Eğer Yahudi ve Hristiyan kâfirleri, mesela Eş’ari ve Sûfiler gibilerine saldırırsa onları savunuruz. Bu bid’at ehline buğz etmemize rağmen, o düşmanlara karşı bunları müdafaa ederiz. Onların bize karşı buğzu ise daha şiddetlidir. Onlarda böyle bir sevgi dağılımı yoktur. Onların yapması gereken şey bizleri sevmeleri ve üzerinde bulunduğumuz şeye dönüş yapmalarıdır. Lakin ne sevgi ne de insaf gösterirler. Bilakis bazı aşırıları zulüm ve düşmanlık ederek bizi tekfir ederler. Biz ise onları tekfir etmeyiz ve onlara düşmanlığımızı kâfirlere olan düşmanlık derecesine vardırmayız.”4



1 Nasru’l-Aziz (s.8)
2 Tuveycirî, El-Kavlu’l-Beliğ (s.31-33)
3 Lum’atu’l-İtikad (s.110)

4 Rebi b. Hâdî el-Medhalî, Avnu’l-Bârî (2/981)

9 Haziran 2019 Pazar

42-Müslümanların Yöneticilerine Karşı Ayaklanmak

42-Müslümanların Yöneticilerine Karşı Ayaklanmak

Bid’at ehli lanetli esaslarını yöneticilere karşı ayaklanma üzerine dayandırmışlardır. Bu konuda en meşhurları Mutezile ve onların yolunda giden Zeydiler ve ortaya çıkışını bekledikleri Mehdi ile ayaklanacak olan Rafizilerdir.

Ebu Hureyre radıyallahu anh “Ben Allah rasulünden iki kap dolusu ilim aldım, birini size yaydım, diğerini de açıklasam boynumu vurursunuz” demiştir.”1

Ebu Hureyre radıyallahu anh “ Allah’ım bana sefihlerin idareci olduğu zamanları gösterme” diye dua ederdi. Nitekim hicri 60 senesinde vefat etmiş ve 61 yılında da Huseyn radıyallahu anh’ın Yezid’e karşı ayaklanması ve şehit edilmesi gerçekleşmiştir. Her ne kadar İbn Ömer, Ebu Said radıyallahu anhum gibi sahabeler bu ayaklanmasının doğru olmadığını nasihat etmişlerse de Huseyn radıyallahu anh onları dinlememiştir. Allah rasulü ise Müslümanlar için daha faydalı bir metod uygulayan Hasen radıyallahu anh’ın tavrını övmüştür.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın açıklamadığı kısımda fitneler ve zalim idarecilerin bilgisi vardı. Allah rasulü bunları herkese açıklamamıştı. Zalim idarecileri bilmek ve onları her yerde kötülemek asıl gaye olsaydı Allah rasulü bunları herkese açıklardı. Aynı şekilde Ebu Hureyre radıyallahu anh de bu gayeye uygun hareket etmiş ve toplumun ıslahının idarecilerin ıslahından önce geldiğini bildiğinden böyle hareket etmiştir. 

İdarecilerin ıslahını hedef edinen insanlar ise toplumlarındaki tehlikelere gafil kalmaktadırlar. İdarecileri hedef aldıklarından olsa gerek, idarecilerin otoritesini sarsan yürüyüş ve protestolara sevinirlerken, bu idarecilere ayaklananların başka bir küfür olan demokrasiyi talep ettiklerini görmezden gelmektedirler.

Ehl-i Sünnet, Huseyn radıyallahu anh’ın Yezid’e karşı ayaklanması, Muhammed Nefsu’z-Zekiyye olayı vb. ayaklanmaları tecrübe ettikten sonra yönetime karşı ayaklanmaların faydadan çok zarar getirdiği hususunda ittifak etmişler ve yöneticiye karşı isyan etmeme Ehl’i Sünnet’in bir kaidesi haline gelmiştir.

Yöneticiye ayaklanmanın caiz olması için de bazı şartlar tayin etmişlerdir. Bunların başlıcaları; yöneticinin üzerinde ihtilaf bulunmayan apaçık bir küfürle kafir olması, ona karşı ayaklanacakların yöneticiyle en azından eşit güce sahip olması, bu yöneticinin yerine sâlih bir Müslüman yönetici getirebilecek güce sahip olmaları  -   günümüzdekiler gibi demokrasi küfrünü talep etmeleri değil  -,  ve maslahat mefsedet değerlendirmesi yapılarak bu ayaklanmaların getireceği maslahatın, mefsedetlerinden baskın gelmesi…

Yürüyüş ve ayaklanmaların söz konusu olduğu ülkelerdeki yöneticiler elbette gayri İslami tutumlar içinde bulunan zalim diktatörlerdir. Lakin onlara ayaklananlara baktığımızda hepsi demokrasi istiyorlar! Görünen o ki tuzak kurucu kafirler insanları demokrasiden razı etmek için bir takım çabalar içindeler. Hatta Türkiye’nin de bu oyunlara numune gösterilerek “Ilımlı İslam” modelinde, demokrat Müslüman  (!) prototipi olarak sunulduğuna şahit oluyoruz.

Taguti düzenler altında ezilen Müslümanlar İslam’ın yönetimini arzu ve talep etmekle mükellefler iken, bunun için gerekli adımlar atmadılar. Taguta sövmekle, tekfir etmekle, güçleri yetmeyecek işlerin sloganlarını atmakla yetindiler, güçleri yeten ve emrolundukları ıslah ve eğitim cihadına önem vermediler. Kâfir dünya düzeni de Müslümanlara aba altından sopa göstererek önce baskıcı yüzünü sonra da zehirli havada nefes aldıran demokrat yüzünü gösterdi! Dikkat edin! Bu Müslümanlar için en büyük tehlikedir! Zira demokrasinin imkânları ile Müslümanlar bir rehavete kapılırlarsa bir daha İslami yönetimi benimsemezler, insanları İslam’a davet etmeleri zorlaşır. Çünkü İslam, demokrasi küfrünün serbestlik verdiği hevaya ve şehvetlere uyma türünden bazı olumsuzlukları engelleyecektir. Yahut insanlar tahrif edilmiş bir İslam anlayışını benimsemeye başlayacaklar, hevâlarına uymayan “sahih İslam’ı aşırı ve itici bulacaklardır.

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Cemaatten ayrılamamak, yöneticilerle savaşmamak ve fitnede savaşı terk etmek Ehl’i Sünnet ve’l-Cemaatin esaslarındandır.”2

Yöneticiler konusunda aşırılık eden diğer bir grup da, hadiste tavsiye edilen cemaati, “Hükümet” olarak açıkalarlar!

Şeyhulislam İbn Teymiyye yöneticilere itaatin vacip olmasından bahsettiği yerde şöyle demiştir: “Bilakis onlara Allah’a taat hususunda itaat edilir, Allah’a isyan hususunda itaat edilmez. Çünkü yaratıcıya isyan olan konuda yaratılmışa itaat yoktur. Bu ümmetin önceki ve sonraki hayırlılarının yolu budur. Bu, her mükellefe vaciptir. Bu husus, ilimsizlikten kaynaklanan fasit vera yolunu tutan Haruriler (Hariciler) ve benzerleri ile iyi kimseler olmasalar dahi yöneticilere mutlak olarak itaat edilmesi gerektiği görüşünde olan Mürcie ve benzerlerinin yolu arasında orta yoldur.”3



1 Sahih mevkuf.  Buhari (ilim 42)
2 Mecmuu’l-Fetava (28/128)
3 Mecmuu’l-Fetava (28/508)

       

41- İçtihadî ve İhtilaflı Meselelerde Karşı Çıkılmayacağını İddia Etmek

41- İçtihadî ve İhtilaflı Meselelerde Karşı Çıkılmayacağını İddia Etmek

Ebu Zeyd el-Kayravanî şöyle dedmiştir: “İçtihadı sebebiyle bidate ulaşan kimsenin mazur olamayacağı,     Ehl-i Sünnetin görüşlerindendir. Zira Hariciler de içtihat etmişler ancak mazur görülmemişler, tevilleri sebebiyle Sahabe’den ayrılmışlar, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de onları dinden çıkanlar olarak isimlendirmiştir. Hükümler konusunda içtihat edenin ise hata etse de ecir alacağını bildirmiştir.”1

İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “İhtilaf meselelerinde karşı çıkılmayacağını söylemek doğru değildir. Zira karşı çıkış hüküm veya amele yönelik görüşedir. Eğer görüş sünnete veya önceki icmaya aykırı ise karşı çıkılması vaciptir. Böyle değilse zayıflığını açıklamak anlamında karşı çıkılır. İsabetli olan bir tanedir ve o da selef ve fakihlerin genelinin görüşüdür. Şayet bir amel sünnete veya icmaya aykırı ise yine derecesine göre karşı çıkılır… Aynı şekilde hâkimin hükmü sünnete aykırı ise, bazı âlimler tâbi olmuşsa dahi o hüküm geçersizdir. Ama o meselede sünnet veya icma yoksa içtihada müsaittir ve içtihat ederek yahut müçtehidin deliline tabi olarak amel edene karşı çıkılmaz. Bu meseleye bir açıdan kapalılık girmiş ve görüş bildiren, bunun içtihada musait olan ihtilaflı meselelerden olduğuna inanmıştır. Nitekim insanlardan bazı gruplar böyle inanırlar. İmamların üzerinde bulunduğu isabetli görüş ise, karşıtı bulunmayan sahih hadis gibi amel edilmesini gerekli kılan delaleti açık bir delil bulunmadığı zaman meselelerin içtihada müsait olmasıdır. Delillerin birbirine yakın olması veya delillerin gizli kalması söz konusu olduğundan bu durum ortaya çıkabilir.”2

İbn receb rahimehullah şöyle demiştir: “Kendisine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bir emri ulaşan herkes, ümmetin büyük çoğunluğunu buna muhalif görse dahi bunu ümmete açıklamalı, nasihat etmeli ve bu emre tâbi olmalarını emretmelidir. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emri daha üstün ve uyulmaya daha layıktır. Bu emre aykırı davranan çoğunluğa uymak ise hatadır.”3



1 El-Cami Fi’s-Sunen ve’l-Adab (s.121)
2 Fetava’l-Kubra’da (6/96)
3 Kitabu Hükmü’l-İnkar  Fi Mesaili’l-Hilaf kitabından naklen (93)

        

6 Nisan 2019 Cumartesi

40- Rüya ve Keşfe Dayanarak Amel Etmek

40- Rüya ve Keşfe Dayanarak Amel Etmek

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmelerini telkin edeceklerdir. Onlara itaat ettiğiniz takdirde, şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz.” (En’am 121)

Ümmü seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm, odasının kapısında bir münakaşa işitmişti. Yanları çıkıp şöyle buyurdu:

“Ben ancak bir insanım. Siz dâvâlarınızın halli için bana geliyorsunuz. Bazınızın hüccet yönüyle, diğer bazınızdan daha ikna edici olması, böylece benim, işittiğime dayanarak onun lehine hükmetmem mümkündür. Kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şey hükmetmişsem (bilsin ki) onun için cehennemden bir ateş parçası kesmiş oluyorum.”1

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu hadis ile hükmü, işitilen şeylerin gereğine ve diğer şeylerin terkine bağlamıştır. Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm, kendinize arz edilen hükümlerin pek çoğunun aslına vâkıf bulunuyor, onların haklı yada haksız olduklarını biliyordu. Buna rağmen o, ancak duyduğuna göre hükümde bulunuyor, bilgisi doğrultusunda hüküm vermiyordu.”2

Yine rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, münâfıklar kendisine vahiyle bildirildiği halde, işleri zahirdeki görünüşe göre yürütüyordu.

Allah Azze ve Celle, bu dini tamamladığını beyan etmiştir. (Maide 3) şu halde keşif veya ilham ile elde edilen bilgi bu dinde bulunmayan bir şey getiriyor olamaz. Öyle olursa bunun şeytanî olduğu kesin olarak ortaya çıkar. Keşfe veya ilhama muhatap olan kişi bunu Kitap ve sünnetin hükümlerine arz etmek mecburiyetinde olup, bunlara muhalif olursa ona asla itibar edilemez. Mesela gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. Kimin keşfi gaybî unsurlar içeriyorsa, işte o şeytanî bir bir keşiftir. Şunu da unutmamalı ki, masum olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dışındaki herkesin keşfine şeytan mutlaka müdahale eder.

1-       Şüphesiz Allah Teâlâ bizlere başka şeye değil, yüce kitabına ve nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine tâbi olmayı farz kılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bunun delilleri çoktur. Mesela şöyle buyrulmuştur:

“Rabbinizden size indirilene uyun. O’nun dışında dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.”(
(A’raf 3)

2-       Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“bugün size dininizi ikmal ettim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve din olarak, sizin için İslâm’ı seçtim.”(Maide 3)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Refiku’l-A’la’ya intikalinden sonra dini hüküm koymaya imkân yoktur.

Eş-Şevkani rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Allah’ın bize nebimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in diliyle din kıldığı şeriatın Allah Azze ve Celle tarafından tamamlandığı sana gizli değildir. Bundan sonra ümmetin dinleriyle ilgili konularda başka bir şeye ihtiyacı kalmamıştır. Nitekim peygamberlik ölümle sona ermiştir.”3

3-       Hükümlerin aslı ve kaynağı olan şer’î delillerin, Kitap ve sünnet ile sınırlı olduğundan imamlar ittifak etmişlerdir. İlimde imam olanlardan hiçbiri rüyayı deliller arasında saymamışlardır.

Eş-Şevkani rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra rüyada görülmesi halinden söylediği sözün veya fiilin delil olduğunu gösteren bir delil bize gelmemiştir. Bilakis Allah Teâlâ, onun dili üzerinden şeriat kıldığı dini ümmet için tamamlamadan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i vefat ettirmemiştir.”4

4-       Rüyalar kaynağı bakımından rahmânî, nefsânî ve şeytânî olmak üzere üç kısma ayrılır. Rüyayı rahmânî kabul edip diğerlerini reddetmek için ayırt etmeye bir yol yoktur.

Muhakkik imam İbn Kayyım el-Cevziyye rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Rüyanın da keşif gibi rahmânî ve şeytânî olanları vardır. Peygamberlerin rüyaları vahiy olup şeytandan korunmuştur. Bu hususta imamların ittifakı vardır. Bu yüzden Halil (İbrahim aleyhisselâm)  oğlu İsmail’i rüya sebebiyle kurban etmeye davranmıştır. Başkalarının rüyaları ise açık vahye arz edilir, uygunsa kabul edilir, değilse onunla amel edilmez.”5

Şeyh Abdurrahman el-Muallimî rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Rüya müjde ve uyarı olmakla sınırlıdır. Doğrusu; rüya hak olabilir. Bu durumda nübüvvetten sayılır. Şeytandan da olabilir. Yine kişinin kendi kendine telkininden de kaynaklanabilir. Bunları ayırt etmek zordur.”6  

5-       Rüya uyku halinde görülür. Bu zapt, edilebilecek, doğruluğu tespit edebilecek ve mükellef bulunulan bir durum değildir. Bu yüzden uyanıncaya kadar uyuyandan kalem kaldırılmıştır. Zapt edilemediğinden uyuyan kimsenin rivayeti kabul edilmez.

6-       Rüyada galip olan rumuz ve işaretlerdir. Bunun tabirinden çok az insan anlar. Birden fazla yorumlara ihtimali vardır. Durumu böyle olan bir şeyin delil olması uygun değildir.

Şeyh Abdurrahman el-Muallimi rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Peygamberlerin – aleyhimusselâm – rüyası olsa dahi rüyalarda galip olan, zahirin aksidir. Nitekim bu Kur’an’da anlatılmıştır ve sahih hadislerde sabittir. Bu meseleler sebebiyle ilim ehli, rüyanın delil olmaya elverişli olmadığında ittifak etmişlerdir. Rüya sadece müjdeleme ve uyarıdır. Sahih şer’î delillere uygun olduğu zaman destek olarak zikredilmesi uygundur.

Nitekim İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan sabit olduğuna göre o, temettu haccının yapılamasını söylerdi. Zira ona göre bu Kitap ve Sünnette sabitti. Bazı arkadaşları buna uygun rüya görünce İbn Abbas radıyallahu anhuma’yı müjdelediler.”7

İbnu’l-Hac rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah, kullarını rüyalarında meydana gelen şeylerden yükümlü kılmamıştır Zîra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kalem üç kişiden kaldırılmıştır.” Bunlar arasında “Uyanıncaya kadar uyuyan kişi’yi de saymıştır. Çünkü uyuduğu sırada mükellef değildir. Uykusunda gördüğü bir şeyle de amel edemez.”8

Hafız İbn Hacer el-Askalani şöyle demiştir: “Şayet uyuyan kimse, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i kendisine bir şey emrederken görürse, bunun mutlaka şeriatın zahirine (kitap ve sünnete) arz edilmesi gerekir.”9

İz b. Abdisselam rahmetullahi aleyh’e, ölülere hediye edilen Kur’an okuma sevabının ulaşıp ulaşmayacağı soruldu. O da özetle şu şekilde cevap verdi:

“Kur’an okumanın sevabı sadece okuyan içindir. Başkasına ulaşmaz… Bazı insanların bunu rüyalarla ispat etmeye çalışmaları şaşırtıcıdır. Rüyalar hükümlerin tespitinde şer’î delillerden değildir.”10

Şeyh Zekeriyya el-Ensari şöyle deimştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i rüyada gören kimsenin rüyasının doğruluğunun alâmeti, ondan, âlimlere göre doğru bir yorumu olan, şeraite aykırı bir şey işitmemiş olmasıdır.”11

Allame Ali b. Sultan Muhammed el-Kâri rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Peygamberlerden başkasının rüyalarına dayanmak söz konusu değildir. Bununla beraber, rüyanın gören kimseye veya bu konumda olan başkasına uygun yoruma ihtiyacı vardır. Bir kimse Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i rüyasında görse, kendisine İslam’ın kurallarına aykırı olarak bir şey yapmasını veya bir şeyi terk etmesini emretse bunu yerine getirmek gerekmez. Bu konuda âlimler icma etmişlerdir.”12

Allame eş-Şevkani rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Allah Azze ve Celle, bizi yükümlü tuttuğu dinini tamamlamış ve şöyle buyurmuştur: “Bugün dininizi tamamladım” (Maide 3) Bundan sonra ümmetin dinleri hakkında başka bir şeye ihtiyacı kalmamıştır. Nitekim ölümle peygamberlik, dinin kurallarının tebliği ve uyarı kesilmiştir. Bu bize şunu öğretiyor: şayet uyuyan kimsenin rüyasını tespit etmeye gücümüz yetse dahi onun Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in rüyasında gördüğü sözleri ve fiilleri ne kendisine ne de ümmetten bir başkasına delil olur.”13



1 Sahih. Buhari, (2458) Muslim (1713) Muvatta (2/719) Ebu Dâvud (3583, 3584) Tirmizi (1339) Nesâi (8/233)
2 Bkz: Şatıbi el-Muvafakat (2/267-270)
3 Bkz: İrşadu’l-Fuhul (2/291, 292)
4 İrşadu’l-Fuhul (2/291, 292)
5 Medaricu’s-Sailikin (1/51)
6 Et-Tenkil (2/242)
7 Et-Tenkil (2/259)
8 Ondan nakleden: Dr. Muhammed el-Aşkar, Ef’ali’r-Rasul sallallahu aleyhi ve sellem (2/162)
9 Fethu’l-Bari (12/389)
10 Fetava Sultani’l-Ulema el-İzz b. Abdisselam (s. 43-43)
11 Haşiyetu’ş-Şeyh Zekeriya el-Ensari Ale’r-Risaleti’l-Kuşeyri (s.175)
12 El-Mukaddimetu’s-Salime Fi Havfi’l-Hatime (s.22)

13 İrşadu’l-Fuhul (2.249)

3 Nisan 2019 Çarşamba

39- Kur’an ve Sünnet Delillerini Zannî Saymak

39- Kur’an ve Sünnet Delillerini Zannî Saymak

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Sahihayn (Buharî ve Muslim) hadisleri ve diğer haber-i vahidler hakkında “İlim ifade etmez” diyen yalanlayıcıların durumu, “Kur’an’ın lafızlarının dalaleti yakin (kesin ilim) ifade etmez” diyenlerden daha kötüdür. Bunu aklî olduğunu iddia ettikleri bâtıllarına dayanak kılmışlarıdır.”1




1 Mecmuu’l-Fetava (16/432-433)

38- Kâfirlere Benzemek ve Onlara Tâbî Olmak

38- Kâfirlere Benzemek ve Onlara Tâbî Olmak

Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Elbette sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış uyacaksınız. Hatta öyle ki, onlar bir kertenkele deliğine girseler siz de onları takip edeceksiniz.” Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh dedi ki

“Biz: Ey Allah’ın rasulü! Yahudi ve Hıristiyanları mı (kastediyorsun)? Dedik. Buyurdu ki:

“(Başka) kimler olacaktı ki?”1

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemşöyle buyurdu:

“Kıyametin önünde, kılıçla gönderildim ki hiçbir şey ortak koşulmadan yalnızca Allah’a ibadet edilsin. Rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı. Emrime muhalefet edenlere zillet ve küçüklük yazıldı. Kim kendini bir kavme benzetirse onlardandır.”2



1 Sahih Buhari (3456) Muslim (2669) benzerini Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Buhari (7319) rivayet etmiştir.
2 Sahih Ahmed (2/50, 92) Ebu Davud (4031) İbn Ebi Şeybe (4/212) Taberani Musnedu’ş-Şamiyyin (216) Tahavi Muşkilu’l-Asar (231) Abd b. Humeyd (848) El-Elbani, el-İrva (1269) Ahmed b. Hazlem, Hadisu’l-Evzai (s.31 no:30) Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar (1/238) Hadis, mutabî ve şahitleriyle sahihtir. Bu hadisi muhaddislerin geneli hasen ve sahih olarak değerlendirmişlerdir. Bkz: Darekutni el-İlel (9/272) Iraki el-Muğni (1/217) İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271) Busayri İthafu’s-Sadetil-Mahera (4/484) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (15/509) Suyuti Camiu’s-Sagir (8593) Elbani (Sahihu Ebi Davud, Gayetu’l-Meram, Cilbabu’l-Mer’e)

37- Cahiliyye Adetlerini Kabul Etmek

37- Cahiliyye Adetlerini Kabul Etmek

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsanlardan Allah’ın en çok buğz ettiği kimseler şu üçüdür: Harem’de haktan sapan, İslam’da cahiliyye adeti arayan ve kanını dökmek için bir kimsenin haksız yere kanını talep eden.”1

Haris el-Eşari radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsanlara cahiliyye adetlerinde olduğu gibi seslenen kişiler cehennem odunu olacaktır.” Bir adam:

“Ey Allah’ın rasulü! Oruç tutsa, namaz kılsa da mı?” Dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Oruç tutsa da, namaz kılsa da öyledir. Allah Teâlâ nasıl size “Müslümanlar, müminler ve Allah’ın kulları” demişse, siz de birbirinizi buna uygun şekilde çağırın.”2

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Dikkat edin! Bütün cahiliyye işleri ayağımın altındadır.”3



1 Sahih Buhari (6882)
2 Sahih  Nesai Sunenu’l-Kubra (8815) Tirmizi (2863-64) Ahmed (17170) İbn Hibban (6233)
3 Sahih  Muslim (1218)


2 Nisan 2019 Salı

36- Naslara Aykırı da Olsalar, Çoğunluğu Delil Getirmek

36- Naslara Aykırı da Olsalar, Çoğunluğu Delil Getirmek

Allah Teala Şöyle buyurmuştur:

“Eğer yeryüzündeki insanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar; zira onlar, zandan başka bir şeye uymuyorlar ve dolayısıyla sadece saçmalıyorlar.” (En’am 116)

“Zira bu, Rabbin tarafından bildirilmiş bir gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar.” (Hud 17)

“And olsun ki, onlardan önceki milletlerin çoğu dalalete düşmüştü.” (Saffat 71)

“And olsun ki biz, size hakkı getirdik; fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.” (Zuhruf 78)

“Ve dediler ki: “Biz malca ve evlatça daha çoğuz. Biz azaba uğratılacak değiliz.” (Sebe 35)

Ebu hureyre radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ümmetime ümmetlerin hastalığı isabet edecek” dediler ki:

“Ey Allah’ın peygamberi! Ümmetlerin hastalığı nedir?” Buyurdu ki:

“Kibir ve hakkı kabullenmeyip insanları hor görmektir, çoklukla övünmek, dünya için yarışmak, birbirine buğzetmek, birbirine hased etmektir. Bunun sonunda taşkınlık, sonra kargaşa ortaya çıkar.”1

İbn Hazm şöyle demiştir: “Bir kişide çoğunluğun elinde olmayan sünnetler bulunabilir. Onun yanında, başkalarında bulunmayan bir sünnet var da, o kimse buna göre fetva veriyorsa, çoğunluğa aykırı dahi olsa isabetlidir.”2



1 Sahih. Hâkim (4/168) Taberani Evsat (9/23) İbn Ebi’d-Dunya Zemmu’l-Bagy (2) İbn Ebi’d-Dunya el-Ukubat (261) Deylemi (3457) el-Elbani, es-Sahiha (680)

2 El-İhkam (1/599)

35- Nasların Zahirlerine Aykırı Bâtınları Olduğuna İnanmak

35- Nasların Zahirlerine Aykırı Bâtınları Olduğuna İnanmak

Şafiî rahimehullah şöyle demiştir: “Zahirinin kastedilmediğini gösteren Kur’an’dan, sünnetten veya icmadan bir delil gelinceye kadar, Kur’an zahiri üzeredir.”1

Hatib el-Bağdadi şöyle demiştir: “aksine bir delil bulunmadıkça hadisler zahiri ve umumu üzere alınır. Şafiî şöyle demiştir: “Şayet hadiste geçen bir şeyi zahirinden  bâtın (içinde gizli) anlama çevirmek caiz olsaydı, hadislerin çoğu birçok anlamlara yorumlanırdı ve hiç kimseye bir diğerinin çıkardığı anlam delil olmazdı. Lakin bu konuda hak birdir. O da sadece zahiri ve umumi anlamıdır. Ancak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen bir delil varsa o müstesna.”2

Müfessirler şeyhi et-Taberi rahimehullah tefsirinin birçok yerinde bu manayı kabul ederek şöyle demiştir:

“Zahir anlamın terk edilerek doğruluğuna delil bulunmayan bâtın/gizli anlama geçilmesi caiz değildir.”3




1 Er-Risale (580)
2 Hatib el-Bağdadî, el-Fakih ve’l-Mutefekkkih (1/222) İhtilâfu’l-Hadis (1/480)
3 Tefsiru’t-Taberi (1/15)

34- Dine Aykırı Adetleri Devam Ettirmek

34- Dine Aykırı Adetleri Devam Ettirmek

Şatıbi şöyle demiştir: “mücerret re’ye (görüşe) ve hevaya dayalı olan bütün ibadetler bid’attir. Bazı alimlerin ve abidlerin sözlerine veya bazı ülkelerdeki adetlere dayalı olanlar da böyledir.”1

İbn Kayyım şöyle demiştir: “Adetler, usulü yıkar ve onun yerine başka üsuller bina eder.”2




1 El-İ’tisam (1/212)

2 Bekr b. Abdillah, en-Nazair (s.294)

33- Arap Dilinin Kur’ân ve Sünnet’in Önüne Geçirilmesi

33- Arap Dilinin Kur’ân ve Sünnet’in Önüne Geçirilmesi

İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Murcie bu iman esasını Kitap, Sünnet, sahabe ve tabiin ile onlara güzellikle uyanların sözlerine göre açıklamaktan ayrılmışlar, re’ylerine ve lügatten anladıklarına göre te’vil ittiklerine dayanmışlardır. Bu bid’at ehlinin yoludur. Bu yüzden İmam Ahmed şöyle derdi:

“İnsanları en çok hataya düşüren şey, te’vil ve kıyas yönündendir.” Bu yüzden Mu’tezile, Murcie, Rafiziler ve diğer bid’at ehli Kur’an’ı re’yleriyle, akıllarıyla ve lügatten te’vil ettikleriyle tefsir ederler. Bundan dolayı onların Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerine, sahabe, tabiin ve imamların sözlerine dayanmadıklarını görürsün. Onlar ne sünnete, ne de selefin icma’ına ve sözlerine dayanırlar! Onlar ancak akla ve lügate dayanırlar. Yine onların hadislerle ve selefin sözleriyle açıklanmış rivayet tefsiri kitaplarına dayandıklarını göremezsin. Onlar ancak kelamcı önderlerinin ve mülhitlerin bu sapmış yollarına göre yazdıkları edebiyat kitaplarına ve kelâm kitaplarına dayanırlar. Yalnızca felsefe kitaplarında, edebiyat ve lügat kitaplarında olanları alırlar. Hadislere ve rivayetlere gelince, ona iltifat etmezler."1




1 Mecmuu’l-Fetava (7/118-119)




32- İslam’da Sonradan Çıkmış Olan Bî’ât ve Ahitleşme

32- İslam’da Sonradan Çıkmış Olan Bî’ât ve Ahitleşme

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde İslam’da tek bir kişiye biat edilmesini geride bırakmıştı ki, o da Müslümanların emiridir. Müslümanların emirine yapılan biat ise ehlu’l-hal ve’l-akd denilen, ilmi ve askeri otoritelerin biati ile gerçekleşir. Bu biat sayesinde Müslümanların imamı güç ve otorite elde eder, söz birliği sağlanır, dinin hükümleri yerine getirilir, yollar ve şehirler güvenliğe kavuşur, Cuma, cemaat ve diğer ibadetler yerine getirilir. Bunun gibi daha birçok faydalar vardır. Aynı asırda, aynı ülkede birden fazla imama biat etmenin caiz olmadığı hususunda icma’ edilmiştir.1

Bu biatin vacip olduğuna ve bunu bozmanın haramlığına dair birçok deliller vardır. Ümmetin tarihteki seyrinde de İmametu’l-Kubra dışında bir biat mercii bilinmemektedir.

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:

“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine itaati emrettiği imamlar, malum ve mevcut olan, otoriteleriyle insanların siyasetine güç yetirebilen kimselerdir. Ortada olmayan, bilinmeyen, hiçbir şeye gücü yetmeyip otoritesi bulunmayan kimseye ise itaat edilmez.”2



1 Bkz: Kurtubi, Tefsir (1/188)

2 Vakafatu’l-Menheciyye (198)

19 Mart 2019 Salı

31- Bidat-i Hasene İddiası

31- Bidat-i Hasene İddiası

Cabir radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir bid’at’i istisna etmeyerek:

“Her bid’at sapıklıktır”1 buyurmuştur.

Hafız b. Ahmed el-Hakemî rahimehullah, Mearicu’l-Kabul’de (3/1228) Bid’atler babında şöyle demiştir:

“Bil ki bütün bid’atler reddedilmiştir, ondan kabul edileni yoktur. Hepsi de çirkindir, bid’atin güzeli yoktur. Hepsi de sapıklıktır, ondan hidayet olanı yoktur. Hepsi de günahtır, ecir olanı yoktur. Hepsi de batıldır, bid’atle hak olan bir şey yoktur.

Bid’at’in manası: Allah’ın izin vermediği, hakkında Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının emri bulunmayan dindir. Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bid’ati: “Hakkında emrimiz bulunmayan her amel” sözüyle tefsir etmiştir.

Yetmiş üç fırka içinde kurtulan fırkayı ise: “Onlar el-cemaattir” sözüyle ve “Onlar benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolda olanlar” diye nitelemiştir.

Bid’atler dini ihlal etmesi bakımından işleyenini küfre sokan ve küfre sokmayan olmak üzere iki kısımdır.

Küfre sokan bid’atin şartları: Üzerinde icma edilmiş, mütevatir, dinde bilinmesi zorunlu olan bir farzı inkâr eden veya farz kılınmamış bir şeyi farz kılan, bir haramı helal sayan veya bir helali haram sayan yahut Allah, rasulü ve kitabın ispat veya nefiy olarak münezzeh oldukları şeye itikad eden kimselerin yaptıklarıdır. Çünkü bu kitabı ve Allah’ın rasulünü kendisiyle gönderdiği şeyleri yalanlamaktır. Mesela Cehmiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin sıfatlarını inkâr etmeleri ve Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söylemeleri böyledir. Allah’ın sıfatlarından herhangi birinin mahlûk olduğunu söylemek, Allah Teâlâ’nın İbrahim aleyhi^s-selâm’ı halîl edindiğini, Musa aleyhi’s-selâm ile konuştuğunu ve daha başkalarını inkâr etmek böyledir. Kaderiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin ilmini, fiillerini, kaza ve kaderini ink’ar etmeleri, Mucessime’nin Allah Teâlâ’yı mahlûkuna benzetmeleri ve bunun gibi hevalar böyledir.

Lakin bunlardan bazısının maksadının dinin kaidelerini yıkmak, Müslümanları şüpheye düşürmek olduğu bilinir. İşte bunların küfrü kesindir. Hatta o dinden uzak ve ona düşman olanlardan biridir. Diğerleri ise meseleler kendilerine karışık gösterilmiş ve aldanmışlardır. İşte bunlara da ancak bağlayıcı bir hüccet ikamesinden sonra küfürlerine hükmedilir.

İkinci kısım bid’atler küfre sokmayanlarıdır. Bu bid’atler kitabı veya Allah’ın rasulleriyle gönderdiklerini yalanlamayı gerektirmeyen bid’atlerdir. Mesela Mervaniyye bid’atleri böyledir. Faziletli sahabelereden bazıları onlara karşı çıkmışlar, bunları kabul etmemişler, onlara bid’atlerinden de el çekip tekfir etmemişlerdir. Mesela bu yöneticiler bazı namazları son vakitlerine kadar geciktirmişler, Cuma hutbesini oturarak vermişler, sahabelerin büyüklerine minberler üzerinde sövmüşler, bunlar gibi şer’î bir itikad olmayan bilakis te’vil ve nefsâni şehvetler ile dünyevî gayeler içeren türden bid’atler işlemişlerdir.

Nitekim İmam Ahmed ve Hasen kaydıyla Tirmizi, Ebu İmran el-Cevnî’den şöyle rivayet etmişlerdir: Enes b. Malik radıyallahu anh’ın şöyle dediğini işittim:

“Bugün, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında üzerinde bulunduğumuz şeylerden bir şey tanımıyorum.” Dedik ki:

 “Peki namaz nerede kalıyor?” Dedi ki:

“Namaz hakkında da öğrendiklerinizi zayi etmediniz mi?”2
Sabit el-Bunanî’den aydınlık bir isnad ile şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle dedi:

“Bugün aranızda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanındaki şeylerden la ilahe illallah sözünü söylemeniz dışında bir şey bilmez oldum.” Dedim ki:

“Ey Ebu Hamza! Peki namaz?” Dedi ki;

“Güneş batarken namaz kılınıyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı böylemiy di?”3

Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan ve Kurban bayramlarında musallaya çıkar, önce namaz kıldırmakla başlar, sonra ayrılır, kalkıp insanlara döner, insanlar saflarında oturuyor oldukları halde onlara vaaz verir, tavsiye ve emirlerde bulunurdu. Hatta askerî birlikler gönderecekse buradan gönderir veya vermek istediği talimatlar varsa verir ve sonra giderdi. Ben Mervan b. el-Hakem’in Medine valisi olduğu günlerde onunla da bir Ramazan veya Kurban bayramı namazı için musallaya çıktım. Zaten onun zamanına kadar insanlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dönemindeki bu uygulamayı devam ettirmemişlerdi.

Fakat namaz kılacağımız yere vardığımızda ne göreyim; bir minber… Bu minberi Kesîr b. es-sait yapmıştı. Bu şaşkınlığım henüz geçememişti ki Mervân’ın daha bayram namazını kılmadan önce minbere çıkmaya yeltendiğini gördüm. Bunun üzerine hemen elbisesinden tutup onu geri çektim. Fakat o direnip elimden kurtuldu ve çıkıp namaz kılmadan önce hutbe îrad etmeye başladı. Ben de ona:

“Vallahi, siz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki uygulamayı değiştirdiniz!” dedim. Bunun üzerine aramızda şöyle bir konuşma geçti. O:

“Ey Ebû Saîd, senin bildiğin o uygulamanın artık bir geçerliliği kalmadı.” Ebu Said radıyallahu anh:

“Allah’a yemin ederim ki, benim bildiğim bu uygulama hiç bilmediğim şu uygulamanızdan çok daha hayırlıdır.” Mervan dedi ki:

“Fakat halk namazdan sonra oturup bizi beklemiyor ki, dağılıp gidiyorlar. Ben de bu yüzden hutbeyi namazın önüne aldım”4

Muslim’in bir rivayetinde: “Bunu görünce dedim ki:

“Önce namaz ile başlamak nerede kaldı?” şöyle dedi:

“Ey Ebu said! Senin bildiğin şey terk edildi.” Dedim ki:

“Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bildiğim şeyden daha hayırlısını getiremezsiniz.” Bunu üç sefer söyledi ve sonra oradan ayrıldı.”5

Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mace, Ebu Said radıyallahu anh’den şöyle rivayet etmişlerdir:

“Mervan bayram günü minberi çıkardı ve namazdan önce hutbeye başladı. Bir adam kalkıp:

“Ey Mervan! Sünnete muhalefet ettin, minberi çıkarttın. Hâlbuki minber çıkartılmazdı. Namazdan sonra hutbeye başladın. Hâlbuki hutbe ile başlanılmazdı.” Bunun üzerine Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh dedi ki:

“Bu kimdir?” falanın oğlu filandır dediler, Dedi ki:

“Bu üzerine düşeni yaptı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

“Kim bir münker görür de eliyle değiştirmeye gücü yeterse eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle yapsın. Bu ise imanın en zayıfıdır.”6

Derim ki: hadisin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sözünden merfû olan kısmı Muslim’in Sahihindedir.7 Belki de Mervan’a karşı çıkan bu şahıs, Ebu Said radıyallahu anh’ın eliyle ve diliyle karşı çıkmasından sonra karşı çıkmıştır. Zira Ebu Said radıyallahu anh’ın karşı çıkışı, bu işin ilk defa yapıldığı zaman olmuştu. Allah en iyi bilendir.

Muslim’in Sahih’inde Cabir b. Semura radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem aykta hutbe verir, sonra otururdu. Sonra kalkıp ayakta hutbe verirdi. Kim sana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in oturarak hutbe verdiğini söylerse yalan söylemiştir. Allah’a yemin olsun O’nunla beraber binden fazla namaz kıldım.”8

Ka’b b. Ucra radıyallahu anh mescide girdiğinde Abdurrahman b. Ummi’l-Hakem oturarak hutbe veriyordu. Dedi ki:

“Şu habise bakın, oturarak hutbe veriyor!

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Bir ticaret veya eğlence gördüklerinde ona koştular ve seni ayakta bıraktılar.”(Cum’a 11)9

Yine Muslim’de rivayet edilmiştir: Ammar b. Ruveybe Bişr b. Mervan’ın minber üzerinde ellerini kaldırdığını görünce:

“Allah şu iki eli çirkinleştirsin Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu elini kaldırmaktan ve işaret parmağıyla işaret etmekten fazlasını yapmadığını gördüm.”10

Bid’atler işlendiği konuya göre de taksim edilir:

İbadetler hususunda bid’atler

Ve muamelat hususunda bid’atler.

İbadetler hususundaki bid’atler de yine iki kısımdır:

Birincisi: Allah Teâlâ’nın izin vermediği ve kendisiyle ibadet niyetiyle kulluk edilen şeylerdir. Mesela cahil Sûfî’lerin eğlence aletleriyle, raks ederek, el çırparak ve çeşitli çalgı aletleriyle yaptıkları müzik ile ibadet etmeleri gibi. Onların bu durumları Allah Teâlâ’nın şu ayetlerindekilere benzer:

“Onların Ka’be yanındaki namazları ancak el çırpmak ve ıslık çalmaktan ibarettir.”(Enfal 35)

İkincisi: aslı meşru olan, lakin yeri dışında kullanılarak yapılan ibadetlerdir. Mesela ihramda başı açmak meşru bir ibadettir. Eğer bu ihram dışında, oruçta, namazda veya başka ibadetlerde, ibadet niyetiyle yapılırsa haram bir bid’at olur. Yine diğer meşru ibadetleri de meşru kılındıkları yerlerden başka yerlerde yapmak da böyledir.

Mesela yasaklanan vakitlerde nafile namaz kılmak, şek gününde ve iki bayram günlerinde oruç tutmak gibi, Sahih’te Enes radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir adamı iki kişi arasında yürürken görünce şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki Allah’ın, elbette bu adamın nefsine eziyet etmesine ihtiyacı yoktur.”11

Muamelelerdeki bid’ate gelince: Mesela Allah’ın kitabında veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bulunmayan şartlar koşmak böyledir.




1 Sahih. Muslim (867)
2 Sahih. Ahmed (3/100) Tirmizi (2447)
3 Sahih. Ahmed (3/270)
4 Sahih. Buhârî (956) Muslim (889)
5 Sahih. Muslim (889)
6 Sahih. Ahmed (3/10, 20) Ebû Dâvûd (1140, 4320) Tirmizî (217) Nesâî (8/111) İbn Mâce (4013)
7 Sahih. Muslim (49)
8 Sahih. Muslim (862)
9 Sahih. Muslim(864)
10 Sahih. Muslim (874)
11 Sahih. Buhârî (11/585)