43-Bid’atçilerin
İyilikleri İle Kötülüklerini Tartmak
Asrımızda ortaya çıkan bid’at kaidelerden birisi,
bid’atçilerin iyi taraflarından da bahsetmektedir. Bunun hakikatinde bidat
ehlinden sakındırmanın iptali vardır.
Bu metod Kur’an, sünnet ve salih selefin,
kendilerinden sakındırılan kimselerin iyiliklerinden bahsetmeme yoluna
aykırıdır.
Bid’atçi ve onunla beraber olanlar övüldüğü takdirde
onlar buna tutunur ve insanlar arasında yayarak kötülemeyi gizlerler. Bundan
sonra da dinin, bid’at ehlinden sakındırılmasına yönelik maksatları ele geçmez.
Bilakis bu onlara bir davet ve onları savunmak olur.
Onların kötülüklerinden bahsedilen bir makamda
iyiliklerini de zikretmek, dinleyenler üzerinde onları hafife almaya veya
onlara meyletmeye sebep olur. Bu durumda onlardan sakındırmanın bir etkisi ve
manası kalmaz.
Şeyh Fevzan, muvazene hakkında sorulduğu zaman şöyle
cevap vermiştir: “Onların güzellikleri zikredildiği zaman bunun anlamı onlara
davet etmektir. Onların yalnızca hataları zikredilir.”1
Ehl’i Sünnet imamları akideye dair eserlerinde bid’at
ehlinden buğz edip düşmanlık gösterme konusunu zikretmişler, mutlak olarak
herhangi bir açıdan onlara sevgi ve yakınlık gösterilmesini zikretmemişlerdir.
Nitekim bu hususu şehvetleri sebebiyle isyan ve günah ehli olanlar hakkında
zikretmişlerdir.
Bu imamların yaptıkları, iki durum arasında fark
olduğunu gösterir. Bunların arasında ayrım yapmayan önceki imamların yolu
üzerinde değildir.
İmam İbn Batta rahimehullah, el-İbânetu’l-Kubrâ’da
şöyle demiştir: “Dinin hususunda bid’at ehlinden hiç kimseye danışma,
yolculuğunda onunla arkadaşlık etme. Mümkünse onunla yakın komşu da olma.
Zikrettiğimiz hususlardan bir şeye itikad eden herkese karşı darılıp
öfkelenmemiz ve bu kimselere yakınlık gösteren, onları destekleyen, savunan ve
arkadaşlık eden herkesi de terk etmemiz sünnettendir. Kişi bunu yaparsa sünneti
izhar etmiş olur.”
İmam Ebu Osman es-Sâbûnî rahimehullah,
Akidetu’s-Selefi ve Ashabi’l-Hadis kitabında şöyle demiştir: “Bid’at ehlini kahretmek,
onları zelil etmek, aşağılamak, onlardan uzaklaşmak, onları uzaklaştırmak,
onlarla arkadaşlık edenlerden ve beraber bulunanlardan da uzaklaşmak, böylece
onlardan uzaklaşıp terk etmek suretiyle Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmak
görüşünde ittifak etmişlerdir.”
Yine şöyle demiştir: “Bid’at ve sapıklık ehlinden
uzaklaşırlar, hevâ ve cehalet sahiplerine düşmanlık ederler, dinde ondan
olmayan şeyler çıkaran bid’at ehline buğz ederler. Onları sevmez ve onlarla
arkadaşlık etmez, onların sözlerini dinlemez ve onlarla oturmazlar.”
İmam Beğavî rahimehullah da Şerhu’s-Sunne’de şöyle
demiştir: “Sahabe, tabiun ve onlara tâbî olan sünnet âlimleri, bid’at ehline
düşmanlık edip onları terk etmek hususunda söz birliği ( icma ) etmişlerdir.”
“Salih selef bid’at ehlinden sakındırmış ve onlardan
sakındırma hususunda mübalağa göstermişlerdir. Onlarla oturmayı, arkadaşlık
etmeyi, sözlerini dinlemeyi yasaklamışlar ve onlardan uzaklaşmayı, düşmanlık
göstermeyi, onlara buğz etmeyi ve onları terk etmeyi emretmişlerdir.”2
“Bid’at ehlini terk etmek ile kastedilen; onlardan
uzaklaşmak, onlara sevgi ve yakınlık göstermeyi, onlara selam vermeyi, ziyaret
etmeyi, hasta ziyaretinde bulunmayı ve benzerlerini terk etmektir. Bid’at
ehlini terk etmek, Allah Teâlâ’nın şu ayetinden dolayı farzdır:
“Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir
kavmin, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut da akrabaları bile
olsalar, Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini
görmezsin.”(Mucadele 22)”3
Bid’at ehli Allah’a ve rasûlüne karşı gelenlerdendir.
Onlara sevgi beslenmez ve yakınlık gösterilmez. Bu konuda ümmetin selefi
ittifak etmişlerdir. Onların menhecinde gitmek ve onlara muhalefet etmemek
farzdır.
Bir kimse şöyle diyebilir: “Bid’atçiye sevgi ve
yakınlık gösterilmeyecek ve değer verilip hiçbir açıdan övülmeyecekse, bu onu
kâfire benzetmek olmaz mı? Veya o bir kâfir midir ki, ona hiçbir açıdan sevgi
ve yakınlık gösterilmiyor?
Cevap: Şüphesiz bid’at ehline buğz etmek ve düşmanlık
göstermek, sakındırma ve ta’zir bâbındadır, kâfir ve mürtet sayma bâbından
değildir. Mesela ona selam vermemek, arkadaşlık etmemek, onunla oturmamak,
hastalığında ziyaret etmemek, öldüğünde cenaze namazını kılmamak gibi hükümleri
uygulayan kimse hakkında: “Bid’at sahibini tekfir ediyor” denilebilir mi?
İşte bunun gibi, bid’atçiye hiçbir açıdan sevgi ve
yakınlık göstermeyen kimseye de, eğer bid’ati küfre sokan bir bid’at değilse,
onu tekfir etmediği söylenir. Bu tavır ancak sakındırma, ta’zir ve dinde
nasihat bâbıdadır.
Tekfir edilmeyen bid’at ehli, bu dinin fâsıklarından ise,
aynı günahkârlarda olduğu gibi onlarda da övgüyü ve yakınlığı gerektiren haller
ile kınanmayı ve düşmanlığı gerektiren haller bir araya gelmiş olabilir. Lakin
bid’atçiye övgüde bulunmaktan ve ona yakınlık göstermekten yasaklanması,
cezalandırma, Müslümanlara nasihat ve suçluların yoluna tâbî olmaktan
sakındırma bâbındadır. Çünkü insanlar günahkârlara aldanmazlar ama bid’at
sahibine aldanırlar.
Şeyh Rebi b. Hâdî el-Medhalî’ye şöyle soruldu:
“Bid’atçi bir kimseye sevgi göstermeyle buğz etme bir araya gelir mi?”
Şöyle cevap verdi: Allah için sevmek ve Allah için
buğz etmek imanın en sağlam kulplarındandır. Bu sevgiye ihlas sahibi sadık
müminler girer. Çünkü sen bu kimseleri Allah Azze ve Celle için seversin. Bu
buğzun kapsamına; çeşitli sınıflarıyla münafıklara ve kâfirlere buğz etmek de
girer.
Nitekim bid’at ehli de bu kapsamdadır. Çünkü onların,
bid’ati Allah’ın kitabına ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine
muhalefetten payları vardır.
Yine akide ve menhec olarak kâfirlere ve münafıklara
uyum göstermek suretiyle yaptıkları muhalefetten dolayı buğzdan nasipleri
vardır. Selefin sözlerini ve sünnet kitaplarının genelini iyi düşünecek
olursak, böyle bir dağıtımı bulamayız.
Bid’at ehli meselesinde kalbi bir açıdan sevgi
göstermeye ve diğer bir açıdan buğz göstermeye dağıtmayı bulamayız. Selef’te
bulacağımız şey; bid’at ehline karşı yalnızca buğz etmek ve onları terk
etmektir. Hatta imamlardan, sünnet imamlarından biri olan, müceddidlerden
sayılan, Şerhu’s-Sunne, tefsir ve daha bir çok faydalı eserlerin sahibi
el-Begavi rahimehullah ve Şerhu Akideti’s-Selefi Ashabi’l-Hadis adlı eserin
sahibi İmam es-Sâbûnî rahimehullah gibi bir çok kimse, bid’at ehline buğz
edilmesi, onların terk edilip alakanın kesilmesi konusunda icma
nakletmişlerdir. Bu sahabenin ve onlardan sonrakilerin icma ettikleri bir
husustur.
Bir kimsenin sevgi ve buğzu bir araya
getirebileceğini, bunları iki kısma ayırıp dağıtabileceğini, işlediği bid’at
kadar buğz edip, kalan sünnet kadarıyla sevgi gösterebileceğini zannetmiyorum.
Bu imkânsız olanı yüklemek olurdu.
Bu İslam imamlarından bir kimsenin sözü dahi olsa,
herkesin sözü alınabilir veya reddedilebilir. Onun sözlerinin durumu aynı
sünnet imamlarının sözleri gibidir. Hak olanı kabul eder ve başımız üzerine
kaldırırız. Hatalı olan sözler ise reddedilir. Her sözü alınıp, hiçbir sözü
reddedilmeyecek olan ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.
Selef, sahabe hata etmesine rağmen, birbirlerine
hürmet eder, saygı gösterirlerdi. Lakin onların hatası alınmaz. İsmet (korunmuşluk)
ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve nebiler (aleyhimu’s-selâm)
için, tebliğ ettikleri konularda söz konusudur. Onlardan başkaları ise hataya
düşmekten korunmuş değillerdir. Bu yüzden ne Ömer radıyallahu anh’ın ne Osman
radıallahu anh’ın bir şey hakkında şüpheli gelen bir sözünü almadıklarını,
reddettiklerini görürsün. Ali, ibn Abbas ve İbn Mes’ud radıyallahu anhum’un
şüpheli gelen sözünü reddetmişlerdir.
Onlardan sonraki büyük imamlardan; said b.
el-Museyyeb, Malik, el-Evzâî, es-Sevrî, eş-Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve daha
başkalarının bazı sözlerini almamışlar, ancak hakka uygun olan, kitap ve
sünnete uygun olan sözlerini almışlardır, bununla beraber onlara hürmet
etmişler, onlardan razı olmuşlar ve onların hata da eden, isabet de eden miçtehitler
olduklarına itikat etmişlerdir. Bu, hakkında içtihadın caiz olduğu, Allah’tan
ve rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den bir nas bulunmayan meseleler
hakkındadır.
“Kendisinde bulunan sünnet oranında sever, onda
bulunan bid’at oranında da buğz ederiz” sözüne gelince, selefte böyle bir söz
bulunmaz. Nitekim bazı kitaplarda bu fikrin münakaşasını yaptık ve “muvazene
(iyiliklerle kötülükleri tartma)” ehline ve onlara bağlananlara reddiye verdik.
“Bir kimseye onda bulunan sünnet oranında sevgi
gösterilir, bidati oranında da buğz edilir” görüşünü Şeyhulislam İbn Teymiyye
rahimehullah’ın sözüyle gizliyorlar. Bu iddiaları selefin ve onlara uyanların
sözleriyle, hatta icmalarıyla reddettik. Allah’tan bizlere sünnet üzerinde
sabit kılmasını dileriz.
Lakin buğzun farklı dereceleri vardır. Bir Yahudiye,
bir Hristiyana buğzdan daha fazla buğz edilir. Hristiyanlara da, Yahudilere de
buğz eder, onları sevmeyiz. Lakin Yahudilerin düşmanlığı daha şiddetlidir. “İman edenlere düşmanlık bakımından
insanların en şiddetlileri olarak Yahudileri ve şirk koşanları bulursun.”(Maide
72)
Hristiyanların Müslümanlara buğzu veya düşmanlığı ise
Yahudilerinkinden daha azdır. Bu sabit bir şeydir. Bunu vakıa ve tarih
ispatlamıştır. Müslüman, Hristiyanların ülkelerinde yaşamaya güç yetirebilir.
Nitekim Müslümanlardan birçok kimsenin Hristiyan ülkelerinde yaşayabildiklerini
görürsün. Ama Yahudi ülkelerinde yaşamaya güç yetiremezler. Hatta Yahudiler,
kendi ülkeleri bir tarafa, Hirstiyanların ülkelerinde dahi onlara musallat
olurlar.
Aynı şekilde bir sünnî de Rafızilerin yanında
yaşayamaz. Yahudilerden bile göremeyeceği baskı ve eziyetler görür. Onlarda
bulunan küfürlere rağmen Rafızileri nasıl sevebiliriz? Onlar bize Yahudilerin
buğzundan bile daha fazla buğz ederlerken onları nasıl sevebiliriz? Sevgiyi
bizimle onlar arasında nasıl taksim edebiliriz? Sen selefin hiçbir kitabında bu
muvazeneyi göremezsin. Biz birçok fırkaları olan Sufilere ve diğer bid’at
ehline, Eş’arilere ve diğerlerine buğz ettiğimizde, Yahudilere ve Hristiyanlara
buğz ettiğimiz gibi buğz etmeyiz. Yani sevgi de iman gibi artar ve eksilir.
Kullar hakkındaki sevginin farklı dereceleri vardır. Buğz da böyledir.
Yahudilere olan buğzum, Hristiyanlara olan buğzum gibi değildir. Bid’at ehline
olan buğzum da böyle değildir.
Eğer Yahudi ve Hristiyan kâfirleri, mesela Eş’ari ve
Sûfiler gibilerine saldırırsa onları savunuruz. Bu bid’at ehline buğz etmemize
rağmen, o düşmanlara karşı bunları müdafaa ederiz. Onların bize karşı buğzu ise
daha şiddetlidir. Onlarda böyle bir sevgi dağılımı yoktur. Onların yapması
gereken şey bizleri sevmeleri ve üzerinde bulunduğumuz şeye dönüş yapmalarıdır.
Lakin ne sevgi ne de insaf gösterirler. Bilakis bazı aşırıları zulüm ve
düşmanlık ederek bizi tekfir ederler. Biz ise onları tekfir etmeyiz ve onlara düşmanlığımızı
kâfirlere olan düşmanlık derecesine vardırmayız.”4
1 Nasru’l-Aziz
(s.8)
2 Tuveycirî,
El-Kavlu’l-Beliğ (s.31-33)
3 Lum’atu’l-İtikad
(s.110)
4 Rebi
b. Hâdî el-Medhalî, Avnu’l-Bârî (2/981)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder